Merhabalar. Kapak resminde görmüş olduğumuz arkadaş 57 günlük, ismi Kraker, merak edenler için. “Konumuzla ne alaka, okunmak için kedi resmi mi konulur?” dediğinizi duyar gibiyim. Konulur kardeşim. Ama bu yüzden koymadım. Konumuzla gerçekten alakalı.
Evvelki yazılarıma aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:
1- http://www.mahzendergi.com/2019/07/22/alt-kultur-sorumluluk-bilinci-depresyon-ve-y-neslinin-yolculugu/
2- http://www.mahzendergi.com/2019/08/27/yunan-tanrisi-pan-kurban-etmek-cay-bardagi-ve-var-olmayan-ulke/
3- http://www.mahzendergi.com/2019/10/10/kendini-oldugun-gibi-kabul-etme-sacmaligi-ve-kutuphanede-6-saat-ders-calistim-yalani/
İnsanlar kazanmanın değerini, tıpkı her değer ve duygu gibi, zıttı olmadan ve zıttını yaşamadan tam olarak anlayamıyor. Bunun sebebini gerçekten bilmiyorum. Mantıklı geliyor, pratikte de böyle oluyor ama teknik olarak mantığını gerçekten kavrayamıyorum. Neden mantıklı geliyor sorusuna bir türlü yanıt bulamıyorum. Hayatında hiçbir şey kaybetmeyen insan, hiç üzülmeyen insan, hiç hiçbir şeyi olmamış insanın bir şeylerden tat alabileceğini düşünmüyorum. Nefes almak bile doğumdan ölüme sürekli yaptığımız, olmadığında zaten öldüğümüz bir eylem. Ancak ölümden bağımsız, örneğin bir boğulma esnasında nefes alamadıktan sonra biliyorum ki alınan ilk nefes acayip kıymetlidir.
Hatırlıyorum mesela 8-9 yaşlarımdayken ayıptır söylemesi kardeşimle oturmuş, televizyon karşısında pirzola yiyorduk. Annem ve babam o sırada orada değildi, mutfağa mı nereye gittilerse artık. Neden sonra kardeşim de kalktı gitti, doymuştu herhalde. Ben de bir yandan televizyona bakıp bir yandan bayıla bayıla pirzolayı yerken, yan tarafında yağı olur ya hani, onu yemeye çalışıyordum ve nasıl olduysa o uzun yağ şeridi birden kurtuldu ve boğazıma kaçtı. Bu anı o kadar net hatırlıyorum ki, nefes alamadığımı, gıkımı çıkaramadığımı, panikten ne yapacağımı şaşırıp, oturduğum yerde kalakaldığımı. Belki bir 10 saniye boyunca uğraşmış, en sonunda elimi ağzımdan içeri sokmayı başarıp işaret ve orta parmaklarımla o parçayı tutup boğazımdan çekip çıkarmış sonra da hayatımda aldığım en güzel nefesi almıştım. Kısa süre sonra gelen annem ve babam anlamadılar tabi, ben de “OHA ÖLÜYOR İDİM!” şaşkınlığını hızla üstümden atıp yemeğime devam etmiştim. Nimet sonuçta, tabakta yarım kalmaz. O günden beridir de yemek yerken, zeytin mesela, hüp diye çekmem, ağzıma yemek fırlatmam ve pirzolayı geçen 20 küsür senedir hala bugün çok dikkatli yerim.
Anısı gerçekten çok canlı, bana bir saat gelen gibi gelen 10 saniyenin her anını çok iyi hatırlıyorum. Olayın artından geçen 20 küsür senelik yaşantımın 10 saniyesi, muhtemelen sonraki yaşantıma da şekil vermeye devam edecek. Kaybolan bir şey yok bu örnekte, kaybetme riski var belki de. Ve kıyas yapmak suretiyle oluşan bir davranış ve düşünce şekli.
Kıyas yapmak çok önemli aslında. Bir yerde empati denen şey de böyle. Birinin yerine kendimizi koyuyoruz, gerçek kendimiz ile kıyaslıyoruz ve aradaki farkı idrak etmeye çalışıyoruz. İyi idrak edersek, empatiyi de iyi yapmış oluyoruz. Yapamazsak, karşıdakini anlayamadığımız argümanı peydah oluyor. Ama ben şahsen empatinin sadece karşıdaki bir kişiye yapıldığını düşünmüyorum. Geçen zamanla sürekli değişiyoruz. Keşke dediğimiz her defasında da bir empati durumu söz konusu. Yaşadığımız her türlü hayal kırıklığı bize keşke dedirtiyor ve en çok bizi üzen de kendi yaptığımız hatalar sonucu oluşan hayal kırıklıkları oluyor. Çünkü 5 sene önceki halimizle şimdiki halimizi alıyoruz ve empati yapıyoruz. İkisini de kıyaslıyoruz. Birisi daha cahil, öbürü bunun tamamen farkında. Arada muazzam büyük bir fark var ve bunu anlıyoruz. Ardından da “Şimdiki aklım olsa…” minvalinde bir düşünce kuruyoruz.
Bu noktada kişilik, karakter farklarımız ortaya çıkıyor. Keşkelerimizi kendine dert edip onlarla yaşayan, “Ben var ya aslında şöyle biriyim ama bakma gençlik hatası ettik. Yoksa ben var yaa…” diyen ama bugün itibariyle bir baltaya sap olamamış, bomboş bir insan olabiliriz. Ya da bunları alıp, irdeleyip, ders çıkarabiliriz. Bazılarından ders çıkarırken tek bir keşkenin de kurbanı olabiliriz. Özellikle güvendiğimiz birinin ihaneti, sevdiğimiz birinin sırtımızdan bizi bıçaklaması… Bir sürü örnek verilebilir elbet. Ben çok daha basit bir örnekle anlatmaya çalışacağım.
Kraker, 4 saat boyunca ismine sahip olabildi çünkü kediyi yerde yatar halde görüp veterinere götürdüğüm zaman kaydını yaptık, o zaman bu ismi verdim. Bu andan evvel bu sokak kedisine mamasını filan verirken “Len”, “Kızım”, “Pişşst” filan diyordum. İsim vermek o zamana nasipmiş. Veterinerde Kraker’i aldılar, ben kaydını yaptım. Durumu acil olarak aldıkları için hemen de müdahale ettiler. Ben de “İlacını alınca düzelir, akşam kritik elbet ama emin ellerde.” dedim. 3.5-4 saat sonra, akşam 11 sularında, veterinerden aldığım telefonla sevgili Kraker’in ciğerlerinin bitap halde olduğunu, hipotermi ve hipoglisemi sebebiyle solunumunun durduğunu ve öldüğünü öğrendim. Kraker meğer günlerdir bu haldeymiş. Mahmurluğu, gözlerinin kısık olması filan da hep bu yüzdenmiş. Son gün artık vücudu pes etmiş 57 günlük arkadaşın, devrilmiş. Ben de o zaman farkedince tabi, iş işten geçmiş. Ben gözü hastadır diye damla damlatırken, hayvanın ciğerleri su doluymuş meğer. Elime aldığım zaman soğuk gelmesinin sebebi, havanın soğukluğu ile tüylerinin soğuması değil, gerçekten vücut sıcaklığının düşüklüğüymüş. Falanmış, filanmış.
Bir hafta evvelden “Bu kedide bir şey var galiba.” dediğim zaman götürsem bir şey olmazdı muhtemelen. Ya da olurdu belki. Üşenmesem, aldığım gibi sadece 1 saatimi ayırsam veterinere bırakırdım. Hayvanın yere devrik halde yatmasını bekledim. Çok acayip bir his var üzerimde şu an. Daha evvel hiç “Şunu yapsam acaba yaşar mıydı?” dememiştim hiçbir canlı için. Bu kedi ilki oldu. Sokakta sabah ve akşam mama verdiğim, kendi başına takılan bir grup kediden birisi. Güzel bir ders oldu bana, oldukça fazla da üzüldüm. Muhtemelen bir daha böyle bir durum olursa beklemeyeceğim, 1 saatimi ayıracağım.
Tabi bir de madem bir sorumluluk alıyorum, ilgileniyorum bu hayvancağızlarla, sadece yemeklerini filan bırakıp “Süper hayvanseverim ha.” diyerek vicdanımı rahatlatmak yerine gerçekten vakit ayırıp bir şeyler de öğrenmem gerek. Bir şeyler öğrenmek, durmamak, boşa zaman harcamamak… Şu bilgisayar oyunlarını oynamak yerine akşam evde 2 paragraf yazı okusam, kızcağızın derdini anlar mıydım? Gerçekten bilmiyorum. Keşke kelimesinden nefret etsem de, keşke yapsaymışım…
Bir de ilk yardım eğitimi almak lazım elbet. Kraker değil de Osman, Ayşe, Fatma ya da Mahmut ya da herhangi başka bir insan olaydı ve tek bir Heimlich Manevrasını beceremediğim için gözümün önünde boğulsaydı da bir şey yapamasaydım ne hissederdim acaba? Haberlerde gördüğüm, tavuk dürüm yerken boğazına kaçtığı için boğulan, boğulurken bilinci kapanmadan evvel etrafta koşturup insanlardan yardım isteyen, kimse yardım edemediği için orada düşüp ölen adamı hatırladım…
Hayat böyle bir şey işte…