Zvéntul’a Ağıt
‘’Yazık, mecnun oldu gencecik çocuk.’’ dedi Şifacı Mabarin, piposundan derin bir nefes çektikten sonra ve ekledi: ‘’Oysa ki o kadar da uyardım. Bak oğul, yolun yol değil, vazcay bu işten dedim ama dinletemedim bir türlü.’’ dedi ve çektiği nefesi üfledi.
‘’Azizim, bir tek sen mi? Tanrılar şahit şu dilimde tüy bitti: Etme, eyleme! Bu işin sonu bir yere varmaz. Bıçkın gibi delikanlısın, yazık etme kendine deyip durdum ama nafile.’’ dedikten sonra derin bir iç çekerek karşılık verdi Tüccar Kilzar ve oturduğu iskemleden kalkıp kendi dükkanına doğru yürümeye başladı.
Yüzbaşı, Ozan Maarrî’nin merhum babası için meydanlarda yaktığı ağıtları ve okuduğu şiirleri yasaklamıştı ancak genç adam uyarılara kulak asmayınca, yüzbaşı ibreti alem olsun diye gözlerine mil çektirdi. O günden beri kendini yitiren Maarrî, deli divane gibi sokaklara düştü ve babasının anısına yazdığı şiirleri daha yüksek sesle, dağlanmış gözlerinden sicim gibi gözyaşları dökerek okudu.
Şehirde hareketli bir gündü ve Genç Ozan, etrafındaki duvarlara ve eşyalara dokunarak kalabalıkta yolunu bulmaya çalışıyordu. Aceleyle yürüyen insanlar, o yokmuş gibi davrandığından ona çarpıp duruyor; çocuklar kahkahalar atarak vurup kaçıyor, akılları sıra eğleniyorlardı. Maarrî bu duruma hayli alıştığından, aldırış etmeden yoluna devam etti ve keskinleşen kulaklarının yardımıyla pazar yerinin ortasındaki meydana, şehir muhafızlarının onu döverken sakatladığı sağ ayağını sürüye sürüye vardı. Üzerindeki beyaz elbisesi toza toprağa ve idrara bulanmaktan sarıya çalmış, her yeri delik deşik bir bez parçasına dönüşmüştü. Ayakları ve baldırı çıplak, teni yara bere içinde, beli bükülmüş ve gözünün feri sönmüştü. Ama babasından miras aldığı saçları, tüm bu olumsuzluklara karşı bir tezat yaratıyor, kıvılcımlardan doğan bir isyan ateşi gibi parıldıyordu. Kamburunu düzeltti, az önceki dilenci kılıklı adam o değilmiş gibi olabildiğince dikildi ve ellerini açıp göğe kaldırdı. Göğsünü şişiren derin bir nefes aldı ve insanın içini titreten; boğazını düğüm düğüm eden o kibar ve zarif ses tonuyla haykırdı:
“Dinleyin ey ahali! Dinleyin, kulak verin sesime!
Falanca tanrı bilgelik için bir gözünü feda etmiş derler. Fâni Maarrî, babasının şanı ve şerefi için ikisini birden feda etti. Duyun bu kör meczubu, dilidir artık onun gözleri. Bakışları üzerinizde olsun istiyorsanız, kulak verin sesine.
Geçip gitti bu diyardan, bir erkek güzeli
Fitneciymiş dediler, bozuyormuş düzeni
Oysa tek derdiydi onun, halkını üzeni
Koymamak cezasız, ne bilsin halk vefasız
Şair Zvéntul’du adı, Özgürlüğün Ozanı
Mazlumun hizmetkârı, zalimin düzen bozanı
Derdest etti gaddarlar, destanını yazanı
Kul unutur lâkin, siz unutmayın onu
Tutuşturdu meşaleyi, yaktı isyan ateşini
Tek silleyle hasmının, serdi bir anda leşini
Kahpe köle efendisi, bırakmadı ki peşini
Dil unutur lâkin, siz unutmayın onu
O öyle bir efendi ki, hayli çehre züğürdü
Tükürükler saçarak, domuz gibi böğürdü
‘’Geber bre kalleş!’’, Ozan böyle buyurdu
Gafil unutur lâkin, siz unutmayın onu
Kurtuluş yakındır halkım, zafer gelmek üzere
Derken şakladı kırbaç, kıydı çirkin güzele
Binlerce kez lanet olsun, böyle kirli düzene
Ben unuturum lâk-’’
dedi Maarrî ama cümlesini bitiremeden önce duyduğu son şey, ince bir vızıltı olmuştu. Nereden geldiğini anlayamadığı şiddetli bir ağrıyla kendinden geçti. Şehir muhafızlarının değneği başını yarmıştı ve oluk oluk kanlar boşalıyordu. Altın sarısı saçları kızıla bulanmıştı, yere yığıldı ama hâlâ çırpınıyordu. Doğrulmaya çalışırken elleri, kendi kanına bulaşıp kaydı ve yüzü şiddetli bir şekilde yere çarptı. Bir dişi düşmüştü ve ağzını kan doldurmuştu ama son bir hışımla tükürdü ve acı içinde ağlayarak bitirdi feryadını, yalvarırcasına:
“Ben unuturum lâkin, siz unutmayın onu!’’