Gecenin Şahı – Bölüm 1

Sehhar Calion, asasını bacaklarının arasına almış, sükunetle olan biteni izliyordu. Tüm bu kargaşa ve gürültü, başına sancılar girmesine neden olmuştu. Bohçasından çıkardığı bir tutam enfiyeyi, baş parmağı ile işaret parmağının birleştiği çukura döktü ve burnundan hızlıca çekiverdi. Sesler ve görüntüler onun için artık daha berraktı. Lyra’nın ağzından tükürükler saçarak emirler yağdırdığını ve köylülerin her birinden farklı bir ses çıktığını işitti. Verilen emirleri sorguluyorlar, nedensizce itiraz ediyorlar ve yerli yersiz bağrışıyorlardı. Daha fazla dayanamayan sehhar, asasına tutunup doğruldu ve ayağa dikildi. Fasulye sırığı gibi uzun ve ince bir gövdesi olmasına karşın, yüzünde kendine has bir korkutuculuk vardı. Kafasında saç yoktu; kara kaşları kalın, gözleri çukur, burnu bir hayli sivri, elmacık kemikleri çıkık, alt çenesi azıcık önde idi. Yaşını almış ve görmüş geçirmiş olduğu gözlerini kırpışında dâhi kendini ele veriyordu. Denizleri yutacakmışçasına derin bir nefes çekti ağzından ve ‘’Yeter!’’ diye kükredi asasını yere vurarak. Son heceyi büyü gücü ile vurguladı ve sesi, hanın her köşesinde yankılandı. Odadaki tüm ışık kaynakları bir anlığına titredi ve gürültü bıçak gibi kesiliverdi.

“Sizi işe yaramaz sıçan sürüsü sizi! Eğer hayatta kalmak istiyorsanız-“dedi parmağını Lyra’ya doğru hiddetle uzatarak “-ona saygı duymayı ve itaat etmeyi öğreneceksiniz!”

Lyra’nın önce tebessüm ettiğini ardından da yüzünün düştüğünü gözlemledi ancak bunun üzerinde çok düşünmedi. Genç kız, yalnızca kafasıyla onaylayarak teşekkür etmekle yetindi. Ardından tüm köy ahalisi, Lyra’nın verdiği emirler doğrultusunda silahlarını kontrol edip pozisyon aldılar. Uzunca bir süredir, derin bir sessizlik hanı esir almıştı. Herkesin yüzünde birer ikişer peyda olmaya başlayan kaygı ve endişe ifadeleri Calion’u tedirgin etti. Sehhar, bu puslu havayı dağıtabilmek için, büyü ile asasını yere vurdurup ritim tutarak bu yöreye ait bir şarkı mırıldanmaya başladı:

“Yaşlı keçi Halmurdan, hasat etti patatesleri,

Şu tepenin ardından, gelirdi ayak sesleri,

Bu çay koyu, köpek soyu! Çemkirirdi torununa,

Omzu yatık, kaşı da çatık, küfrederdi ona buna.”

Ve tüm ahali birden “Şu tepenin ardından, gelirdi ayak sesleri.” diye eşlik etti ona. Gülüşmeler, kahkahalar ve kıkırdamalar birbirini takip etti ancak Lyra’nın şarkıya eşlik etmediğini ve kaygılı bir şekilde dağın ardını gözlediğini fark etti. Ahali son kez nakaratı neşeyle okudu ve gözcüler canhıraş feryatlar kopararak içeri hücum ettiler: “Geliyorlar!’’

Titrek meşale ışıklarını ötelerden seçebilmeye başladılar. Calion, asasının ucundaki merceği ince bir el işçiliğiyle ayarladıktan sonra gözünün önüne doğru getirdi ve tepeyi seyre koyuldu. Gözüne ilk çarpan, nice köylünün bahtından daha kara atıyla boy gösteren Vael’kor oldu. Işıkyiyen Süvari, tepeden tırnağa karalara bürünmüştü ve etrafındaki tüm ışığı adeta soğuruyordu.Tüm gayretiyle ilerlemek isteyen atını tepede zapt etti ve kara miğferini sol eliyle çıkardı. Kuzgun siyahı saçları yüzünün büyük bir kısmını örtüyordu lakin kızıl gözlerinin delici bakışları, büyücünün adeta şah damarına nüfuz ediyordu.

Çok geçmeden sağında ve solunda iki sadık kulu belirdi: Zarek ve Nefara. Cehennemin yetmiş yedi kat dibinden gelen bu iblislerin yüzünde, insanı deliliğe sürükleyecek bir tebessüm yerleşmişti. Sehhar, aklına hakim olabilmek için cebinden çıkardığı bir matara iksiri kafasına dikti ve kalp atışlarının yavaşladığını, damarlarında gezinen kanın sakin bir nehir gibi durulduğunu hissetti.

Zarek, sırım gibi bir iblisti. Üzerindeki insan derisinden yapılma kıyafetler, parçaların insan saçıyla kaotik bir şekilde dikilmesiyle elde edilmişti. İri kanatlı ve yeşil tüylü olan cehennem kuşu Gorthar’ın üzerinde, sinsi bir gülümseme ile süzülüyordu. Elinde tuttuğu uzun ve sivri mızrağın ucu irin ve kan ile kaplıydı. Vael’kor’un diğer yanında ise Nefara, namıdiğer Yıkım Getiren dikilmişti. Alevler içinde koşan kara atı Azyreth’in üzerine tüm heybeti ile kurulmuştu. Kısa boylu, etine dolgun, tıknaz bir yaratıktı. Vücudu insan vücudu olmasına karşın, kafası iri bir keçi kellesi idi. Teni zift kadar karaydı ve üzerinde kalın derisinden başka zırh yahut kıyafet yoktu. Heybeti cehennem çukurlarına nam salmış iblisin bile iki eliyle zor zaptettiği devasa savaş baltası, kana susamışçasına zangırdayarak titriyordu.

Calion iksirin etkisi ile sakin kalmayı başarabilmiş olsa da, kadim kitabelerde okuduğu bu iblisleri kanlı canlı karşısında görmek, zihninin tahammül sınırlarını zorluyordu. Korku tohumları onun içinde dahi yeşermeye başlamışken köylüler, acı çığlıklar atarak yarım yamalak bildikleri duaları sayıklıyorlardı. Sehhar, asasını usulca aya doğru uzattı ve şu tılsımlı sözcükleri fısıldadı:

“Ey Gecenin Şahı, mazlumların ilâhı,

Del dipsiz karanlığı, yolumuzu aydınlat,

Mazlumun zalimde, kalmasın bir ahı,

Gel ışığın hizmetkarı, ak yeleli kır at.’’

Asanın ucunda beyaz bir ışık hüzmesi parıldadı ve git gide büyüyüp şekil almaya başladı. Ana rahminden yeni çıkmış bir bebeğin günah defterinden daha beyaz bir kır at, tüm zarafeti ve asaleti ile beliriverdi köylülerin önünde. Korku dolu yüzleri aydınlandı ahalinin ve bir nebze de olsa sakinleştiler. At, meydan okurcasına şaha kalkıp kişnedi ve iblisler hemen yüzünü ekşitti. Kutsiyetinden ödün vermeden, yavaş adımlarla Calion’a doğru yürüdü ve boynunu eğip sehharın gövdesine sürtündü. Calion, çevik bir hareketle bir çırpıda atın üzerine zıpladı. Yerini sağlamlaştırdıktan sonra atın yelesini okşayarak eğildi ve boynunu sıvazlarken kulağına bir şeyler fısıldadı. Kır at yerinde duramıyor, hasma karşı dört nala koşmak istiyordu lakin sehhar onu dizginledi.

Vael’kor yüzüne alaycı bir gülümseme takındı ve hırıltı gibi bir ses ile “Acınası” dedi. Atından sakince indi ve bir kaç adım ilerleyip o zavallı ruhları boylu boyunca süzdü. Az sonra hissedecekleri acıyı ve ızdırabı hayal etmeye başladı istemsizce. Yardım çığlıkları kulaklarında çınlıyor, kan ve dışkı kokusu burnunu dolduruyordu. Bu hülya ona bir hayli keyif vermiş olacak ki birden bire gök gürültüsünü andıran korkunç bir kahkaha atmaya başladı. Köylülerin yüreklerini dağlayan kahkahası kesildikten sonra cebinden bir tohum çıkarıp ağzına götürdü. İyice çiğnedikten sonra yere tükürdü ve arkasını dönüp atına doğru ilerledi. Tükürdüğü yer aniden erimeye başladı ve kıllı, yeşil ellerdeki kara pençeler; açılan delikten kendilerine yol bulmaya çalıştı birden. Delik, pençe darbeleriyle git gide büyüyordu ve sonunda minik bir iblisin meraklı kafası zuhur etti. Telaşla etrafını inceliyor, kafasını hızlıca dört bir tarafa çeviriyor, bir yandan da anlamsızca ciyaklayarak sıkıştığı delikten kurtulmaya çalışıyordu. “Cinipâr” dedi Calion, yalnızca kendisinin duyabileceği cılız bir fısıltı ile: “Cinipâr!”.

İlk cinipâr, kendini delikten kurtardı ve bir an dahi durmayan kafasını Vael’kora, Zarek’e ve Nefara’ya çılgınlar gibi çevirip duruyordu. Bir yandan da kafasındaki bir kaç tel saçı yoluyor, yeri yumrukluyor ve olduğu yerde tepiniyordu. Ansızın yaydan fırlamış bir ok gibi, dört ayak üzerinde köylülere doğru koşmaya başladı. Kır atı öne doğru süren Calion, mukaddes yaratığı yana doğru çevirdi ve at, gelen iblisi bir fiske ile paramparça etti. Diğer cinipârlar ise o daracık delikten bir an önce çıkabilmek için birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Sıkışıp kalan iki iblisten biri diğerinin etini dişleriyle koparıyor, diğeri ise sivri pençelerini berikinin gözlerine saplamaya çalışıyordu. Kaynaktan fışkıran su gibi birer ikişer delikten fırlayıp köylülere doğru hücum etmeye başladılar. Lyra ve okçuları, ilk dalgayı kolaylıkla bertaraf etti ancak delik gitgide genişliyor ve iblisler ardı arkası kesilmeksizin saldırmaya devam ediyorlardı. Sehhar; bir yandan ışık büyüleri ile okçulara elinden geldiğince destek olmaya çalışıyor, diğer yandan da kır at ile manevralar yaparak oklardan kurtulabilen iblisleri çiğniyordu. Kutsal kır atın eyerinden çıkardığı bir ‘’dolunay bombası’’nı ileriye doğru savurdu onlarca cinipâr kör olup birbirlerine saldırmaya başladı. Kulak tırmalayan çığlıkları dört bir yanda yankılanıyor, köylülerin kalbine korku salıyordu. Anneler bebeklerine daha güçlü sarılıyor, yaşlılar nasırlı elleriyle çocukların kulaklarını daha sıkı kapatıyordu.

Okçular iblislerin hızına yetişmekte güçlük çekiyordu ve ilk sıralarda omuz omuza çarpışma başlamıştı. Kılıç kullanmayı bilen az sayıda köylü, silahlarını acemice savuruyor; geri kalanlar ise sabanlar, tırmıklar, satırlar ve sopalar ile kendilerini müdafaa etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ön saflarda insanlar acı haykırışlarla birer ikişer yere yığılıyor, cinipârlar üzerlerinde tepiniyor, etlerini ısırıp koparıyor, ciğerlerini söküyor ve çiğnedikten sonra sağa sola tükürüp şeytani kahkahalar atıyorlardı. Calion; ışığın gücünün tükendiğini hissettiği an, kabzası dolunay işlemeli ve parıldayan hilal şeklindeki hançerini çekip atını cenkin ortasına sürdü. Kıvrak hareketlerle iblisleri keserek ilerliyor, elindeki orağı andıran hançerle adeta günahkar ruhları hasat ediyordu. Gözleri Lyra’yı aramaya başladı ve genç kızın, üzerine çullanmış cinipârlarla yerde mücadele ettiğini gördü. Hiddete kapılan sehhar, kır atı o yöne doğru çevirdi ve hançerini öfkeyle savurmaya başladı. Artık sadece kesik atmıyor, iblislerin aciz bedenlerini parçalara ayırarak Lyra’ya doğru kendine yol açıyordu. Hançer gövdelerine nüfuz edince iblisler acılar içinde kahrolarak ağlaşıyorlar ve yara izleri beyaz bir ışık hüzmesi ile parıldadıktan sonra aciz bedenlerini içeriden patlatarak yok ediyordu. Sonunda Lyra’ya ulaşmıştı ve bir hışımla atından inip iblislerin üzerine çullandı. Sağ eliyle amansızca silahını savuruyor, sol elindeki inci gibi ışıldayan yüzüğün gücü ile de yumruklarını mel’un mahlukların zayıf bedenlerine saplıyor ve beyaz ışık ile patlatarak parçalara ayırıyordu. Lyra yara bere içinde kalmış olmasına karşın kurtulmuştu ve Calion’un uzattığı ele tutunup doğruldu. Sehhar’ın tenine dokunmak bile gücünü ve enerjisini toplamasına yardımcı olmuştu. İçinde bir ferahlık ve cesaret beliriverdi birden ve haykırdı avazı çıktığı kadar:

“Direnin Çayırdibi’nin cesur insanları! Direnin! Direnin ki çocuklarınız sizin kahramanlık öykülerinizi torunlarınıza anlatabilsin! Direnin ki nice Halmurdanlar bu topraklarda ekip biçsin! Direnin ki Ay’ın ışığı, Cehennem’in karanlığına galip gelsin!”

Şevke gelen Calion’un yüzünde istemsizce bir tebessüm belirdi ve Ay’ın ışığının yeniden ruhunda aktığını hissetmeye başladı. Asasını ellerinin arasına aldı, sıkıca sarıldı ve kuvvetlice yere sapladı. Ardından şu kutlu sözcükler döküldü dudaklarından:

“Elun’dae Eno’hir, senai enia kal’entin!”

“Ey Gecenin Şahı, senden olmayanı def et!”

Çevredeki tüm ışık bir anlığına asasında toplandı ve kulakları sağır, gözleri kör eden bir patlama etrafa yayıldı. Cinipârlar telef oldular ve cesetlerinden geriye kalanlar etrafa saçıldı. Köylülerin burnu bile kanamamıştı. Hatta bu büyü; kararmış yüzlerini aydınlatmış, içlerindeki korkuyu def etmişti.