Gece Avlanan ile Karşılaşma ve Soğuk Tatlılar

Elf zamanının son günlerinden birinde yağan o korkunç yağmurun ve fırtınanın içinde çaresizce bekliyordu Telis. Bildiği bütün iyileştirici büyüleri kullanmıştı ve kendisini oldukça yorgun hissediyordu şimdi. Dışarıdaki fırtına ve evin camlarına vuran yağmur damlalarının sesleri bütün zihnini kaplıyor gibiydi. Anglachel’in durumu pek iyi değildi. Telis onu zar zor taşıyarak yatağına yatırmış ve şöminedeki ateşi de canlandırmak için bir kaç odun atmıştı. Anglachel’in sol bacağı karnının altından ayağının ucuna kadar yarılmış ve kuyruğunun da yarısı hasar görmüştü. Telis, kanayan bacağı bildiği büyülerle kapatırken bütün damarları doğru bağlayıp bağlamadığından emin olamamıştı. Bu yüzden, Anglachel bilincini kaybetmeden önce ona, kan dolaşımına karışıp, damarların içinden de iyileştirici etki gösteren bir geyikotu iksiri içirmişti. Bu iksiri ilk tanıştıklarında ona kendisi öğretmişti. Anglachel bilincini kaybettikten sonra, mutfaktaki satırla kuyruğunun ucundaki kurtarılamayacak olan kısmı tek hamlede kesmişti. Aşağı yukarı bir karış olan bu kısımda deriler ve kaslar onarılamayacak şekilde zarar görmüş, uçlara doğru bazı kemikler kırılmıştı. Anglachel uyanıp korkunç bir çığlık atmış, sonra tekrar bayılmıştı. Telis, kuyruğunun tekrar uzayacağını umuyordu. Semenderler ve kertenkelelerde böyle olduğunu defalarca görmüştü.

O gece ve ondan sonraki 2 gece boyunca Telis neredeyse hiç uyumadı. Anglachel’in ateşi çok yüksekti ve zaman zaman sayıklayıp çığlıklar atıyordu. Telis, sürekli ateş düşürücü ve ağrı kesici büyülerini tekrarlıyordu. Ancak elinden çok da fazla bir şey gelmiyordu. Kendi büyü gücü, Anglachel’in büyü gücüyle kıyaslanırsa koca bir denizde bir avuç su gibiydi. Bacağındaki yaraya itinayla pansuman yapıyor ve geyikotu iksirini yaranın açık kalan, iyileşmeyen kısımlarına döküyordu.

4. gün ışık geldiğinde Telis, şöminenin başında uyukluyordu. Fırtına ışıksızlığın ortasında durmuş ve şimdi güneşin ışıkları sanki daha önce hiç yokmuş gibi bütün azametiyle bu tek göz odanın içini doldurmaktaydı. Telis bu nöbet boyunca doğru düzgün hiç bir şey yememiş, yaşam gücü azalmış ve solgun görünüyordu. Anglachel’in inlediğini duyunca hızla uyandı ve yanına seyirtti. Anglachel gözlerini yarı yarıya açmış ve ışığa bakıyordu. Bedeni buz gibiydi. “Ateşin düşmüş seni koca kertenkele. Şimdi de güneş istiyorsun öyle mi?” diye söylendi. Ejderkinler, soğuk kanlı yaratıklar olduklarından, yaşam enerjilerinin büyük bir kısmını güneşten alırlar. Telis bunu biliyordu. Ancak yetişkin bir timsah kadar ağır olan bu arkadaşını nasıl kaldırıp güneşe götürebileceği konusunda hiç bir fikri yoktu. Telis yıkanmak için kullandığı tahta küveti camdan vuran güneş ışığının altına yerleştirdi. Daha sonra yakındaki Nemalan deresinden toplamda 15 koca kova su taşıdı. Bütün bu taşıma işini bitirmesi güneşin tepeye çıktığı zamana kadar sürmüştü. Ancak henüz camdan yeterince güneş ışığı girmekteydi. Küvetin içindeki suya vuran güneş ışığı kırılarak, Anglachel’in yattığı yatağın yan kısmına kadar yansıdı. “Yansıma da olsa, ışık ışıktır” diye düşündü Telis. Anglachel bir süre sonra yarı baygın olmasına rağmen güneş ışığının vurduğu yana doğru yüzünü döndürdü. Ne yazık ki bu kadar çabanın karşılığında dostunu uzun bir süre güneşlendiremeyecekti. Ama Telis küvetin içindeki suyu boşaltmadı. Böylelikle sonraki günler Anglachel, en az yarım gün ışık görebildi.

Elf zamanı bittiğinde Anglachel ayağa kalkabilecek kadar güçlendi ve kendi dışarı çıkarak gün içinde bol bol güneşlenebildi. O korkunç fırtınalı gecede Telis’in kapısına geldiğinden bu yana neredeyse 11 gün geçmişti. Anglachel’in kesik kuyruğu çoktan uzamaya başlamıştı bile. Telis kuyruğunu kestiğinden dolayı duyduğu utancı ve pişmanlığı yenebilmek için onun kuyruğunu her gün karışıyla ölçüyordu. Anglachel buna gülüyordu ve her güldüğünde karnını tutup yüzünü buruşturuyordu. Telis, diyaframı birleştirirken bir yerlerde hata yapmış olabilirdi.

Neyse ki ejderkinler, diğer ırklardan farklı olarak kendilerini iyileştirebilirler. Sonraki 10 gün içinde Anglachel iyice iyileşti ve bütün gücünü toplayarak yoluna devam edebilecek hale geldi. Yanlış bağlanmış damarlar düzeldi ve kuyruğu da eski boyuna gelecek kadar uzadı.

Bu arada Ejderkin zamanı gelmiş hava iyiden iyiye ısınmıştı. Telis ve Anglachel geceleri evin ufak bahçesinde oturuyor ve sohbet ediyorlardı. İşte o gecelerden birinde Telis sonunda Anglachel’e ne olduğunu sorabildi.

+Gece avlanan mı dedin?

-Evet o, Telis. Gece avlanan. Kurt formundaydı. Beni nasıl buldu bilmiyorum. Geceleri kedi formunda dolaşmayı severim bilirsin. Bütün hayvanlardan daha iyi görüyorlar  ve ben de siyah bir panter formundaydım.

+O bir köpek Anglachel. Köpekler kedileri kovalar.

-Ha ha ha. Sen çok zeki bir kızsın elbette.

+Onun bölgesine neden girdin Anglachel? Yani, anlarsın ya. Kimse onun bölgesine girmez.

-Bir çığlık duydum ve ormanda korkunç bir şeyler olduğunu hissettim. Sonra bir kadın gördüm, genç bir kadın. Feralas Ri’ordian ustaya benziyordu. Yani yüzünü açıkça göremedim ama büyü gücünü tanıdım. Fakat o değildi. Anlayamadım, ben de peşinden gittim. Sonra kadını gözden kaybettim. Ben de geri patikaya dönmek istedim. Fakat pelerinimi almam gerekiyordu. Dönüştüğüm yere doğru seyirtttim ve orada, pelerinimi ve kemerlerimi kokluyordu. Yüzü gözü kan içindeydi. Mor gözlerini gördüğüm anda Gece Avlanan olduğunu anladım. Hiç kıpırdamadım. Gözden kaybolduğunda beni fark etmedi sandım. Meğerse arkamdan saldırmak için peşime takılmış.

Telis’in yüzünden ani bir korku geçti. Gülümsemesi çoktan kaybolmuş ve bakışları sertleşmişti.

+Onu öldürebildin mi?

-Sence öldürebildim mi?

+Hadi ama Anglachel, Gece Avlanan’ın büyüleri karşısında senin büyülerin? Nasıl öldürdün? Anlatsana.

-Öldüremedim Telis. Büyü yapmaya hatta dönüşmeye bile fırsatım olmadı. Üzerime atladı. Ben… Ben çok korktum anlıyor musun? O anda işimin bittiğini sandım. Lanet cadı, beni altına aldı ve her yerimi tırnaklarıyla yaraladı.

Telis yüzünü gökyüzüne kaldırıp derin bir soluk aldı. Anglachel, onun bu yaptığına anlam vermemişti. Bir süre ikisi de yanıp sönen yıldızlara baktılar.

+Peki nasıl kaçtın oradan?

-Bir ses duyduk. Onu tam üzerinden atmak üzereydim. Dişlerimi boynuna geçirmiştim. Hem arka hem de ön ayaklarımla ile karnını tırmalıyordum. O sesi duyduğumuzda, nasıl oldu anlamadım, arka ayaklarıyla karnımdan ayağıma kadar bu derin yarayı açacak şekilde beni tırmalayarak üzerimden atladı. Ses bir fısıltı gibiydi ama yüksekti. Sanırım gerçek dildeydi. Ama ne söylendiğini anlamadım. Bilmediğim bir kelimeydi. Gece Avlanan yerden kalkmama müsaade etmemek için geriye dönüp bana saldıracaktı. Aniden kalktım ve aksi yöne koşmak istedim ama bu bacakla oldukça zorlanacaktım bu yüzden şeklimi bozarak kendi görüntüme döndüm. Bu arada kuyruğumu ısırdı. Canım öyle yandı ki kalan bütün gücümle kuyruğumu yakındaki bir ağaca doğru savurdum. Ucunda Gece Avlanan ile birlikte. Ağaca çarpınca bir kaç kez inledi sonra düşüp bayıldı. Ben de kaçtım.

+Paçayı gerçekten zor kurtarmışsın. Neyse ki evi bulabildin.

-Fırtına başlamasaydı kokumu izlerdi. Beni öldürmeye çok kararlıydı Telis.

+Öleceksin sandım. Biliyor musun? En son böyle kötü yaralar gördüğümde…

Telis sustu. Dudaklarını birbirine bastırdı yüzünü yere çevirdi. Başparmaklarıyla oynayan kendi ellerine bakıyordu şimdi. Yorgunluğu bir nebze azalmıştı ama yine de damarlarındaki gücün hala eksik olduğunu biliyordu.

Anglachel kızın neden bahsettiğini anlamıştı. Gözleri doldu. Yüzünü kıza hiç çevirmeden konuşmaya devam etti.

-Ama ölmedim Telis ve bu kimin sayesinde acaba? Hadi neşelen artık, harcadığın büyü gücü böyle yerine gelmez. Her şey geçti bak buradayız ve bu harika manzaranın karşısında, hala nefes almaktayız.

+Gerçekten de öyle. Ama yine de Anglachel. Şey.. Böyle yapma olur mu? Yani bu macera değil, anlıyor musun? Bu şekilde olmaz. Olmamalı.

-Telis bak, Nierni’esse’yi kurtarmayı başardım. Şu sıra şehre varmıştır. O manyaklarla yüzleşmeden başardım bunu üstelik. Dear’mysl kulesinden kaçmayı başarabilen ve canlı kurtulan kaç kişi gördün? Üstelik insan da değil, oraya girip canlı çıkan kaç ejderkin tanıyorsun?

Telis mutsuz bir suratla “Hiç.” dedi.

-Eh, demek ki artık en az 2 ejderkin tanıyorsun.

Anglachel başını iyice geriye yaslayıp tam tepelerinde duran Somon yıldız takımına baktı.

“Seneye bu zamanlarda hazır olacak.” diye söylendi.

+Şu çocuk. Winao tarafından kutsanmış olan çocuk mu? Hayatta mı sence?

-Bilmiyorum Telis, mezuniyet töreninden önce bunu öğrenemeyiz. Tapınakların ne kadar sıkı korunduğunu ve içeri kuş değil sinek olarak bile giremeyeceğimi biliyorsun.

+Biliyorum. Nierni ne dedi?

-Ondan böyle bahsettiğini duysa kulaklarını çekerdi. Nierni’esse çocuğun hala yaşadığını ve zamanı geldiğinde hazır olacağını söyledi.

+Bunu son 5 senedir söylüyor Anglachel, ya öldüyse ve tapınaktaki… Bilirsin işte, o büyülerden ve o Feralas cadısı yüzünden bunu göremiyorsa?

-Bütün elf zamanını Feralas’ın zindanında geçirdi, Telis. İnan bana tek zihin okuyan Feralas değildi. Böyle büyüler çift taraflı işler. Ne kadar usta olsa da, bir insan büyücüsü zihnini, bir ejderkin büyücüsünden tam olarak saklayamaz.

+Roth onun tam bir manyak olduğunu söylüyor, Anglachel.

-Kim?

+Roth… Onu hatırlamıyor musun? Son geldiğinde tanışmıştınız. Ana şehirden şu cüce oğlan. Ah, oğlan dediğim de, en az 200 yaşında var sanırım?! Ama onlar bizim gibi yaşlanmıyorlar değil mi?

-Roth’takhyr olmasın?

+İsimlere neden bu kadar takıyorsun Anglachel. Bana kalsa sana Ang derim. Gerçekten çok uzun isimleriniz var. Bana bak, işte Telis. Kısa ve öz. Bence herkesin ismi böyle olmalı.

Telis havayı dolduran bir kahkaha patlattı. Bu kızın neşesi bulaşıcıydı. Anglachel zihnindeki bütün endişelerden kurtulup onunla birlikte güldü. Sonra yüzünü ciddileştirerek, sanki bütün evrenin en önemli sırrından bahsedermiş gibi konuştu:

-İsimler, Telis Eranhyl Re’miordan, bizim en önemli varlığımızdır. Bizi temsil ederler ve bir şeyin gerçek ismini biliyorsan, onu kontrol edersin.

“Onu kontrol edersin ve onunla ne istersen onu yaparsın.” diye şımarıkça tekrarladı Telis.

+Şu ismi kullanma, onu sevmiyorum biliyorsun.

-Sen şımarık ve anlaşılmaz bir insansın Eranhyl, dedi Anglachel. Sesi alaycıydı.

+Anglachel?

-Hmm?

+O soğuk tatlıdan yapar mısın bize?

-Şimdi mi?

+Evet şimdi, ne olursun? Azıcık? Hava çok sıcak.

Anglachel hiç söylenmeden çimlerden kalkıp evin içine girdi. Heybesinden çıkardığı minik bir kesenin içinde bulunan beyaz tozla, Telis’in sabah getirdiği keçi sütünü aynı kaseye koydu. Telis, elinde metal bir aletle gelerek, gururla Anglachel’e gösterdi.

+Bu çatal. Bununla karıştırabilirsin, Anglachel. Roth getirdi bunu. Benim için yapmış.

Anglachel çatalı eline alıp inceledi. Uzun demir bir çubuğun ucundan yatay olarak çıkan kısa bir çubuğa yerleştirilmiş 4 keskin dişe benzeyen metal çubuklardan oluşan bir aletti. Anglachel aletin neye yaradığından emin olamayarak onu ahşap küçük tezgahın üzerine koydu ve parmaklarıyla minik bir hortum çıkararak sütle, beyaz tozun karışmasını izlemeye başladı.

Telis ellerini çırparak kocaman bir sevinç kahkahası patlattı. Anglachel’in büyülerini izlemeye bayılırdı.

-Çocuk hazır olduğunda onu yanımıza alıp yola çıkacağız, Telis. O zamana kadar sana bir kaç büyü daha öğreteceğim. Ama bütün bunlar bittiğinde seni Lohikäärmeiden Kaupunki’ye götüreceğim. Orada Nierni’esse ve benim de öğretmenim olan usta İktosh’dan eğitim alabilirsin.

Telis cevap vermedi. Zihninde ejderkinlerle dolu bir sınıfta büyü yapmaya çalışmasını ve büyük şamdanlardan birini yok ederek bütün sınıfın karanlıkta kalmasını canlandırdı. Bunu oldukça komik bularak kıkırdadı.

Anglachel iyice karışıp kıvam alan karışımın içindeki hortumu yok etti ve başka bir büyü yaparak bu defa ahşap kasenin altında bir hortum yarattı. Bu hortum oldukça soğuk bir kar fırtınasına benziyordu ve gerçekten de kasenin içindeki beyaz sıvıyı yavaş yavaş dondurmaya başlamıştı.

+Bu tatlıya koyduğun beyaz tozu yapmayı da öğretecekler mi?

-Hayır şapşal kız. Bu tozu yapmak için yemek yapma okuluna gitmen gerek. Ya da sana öğrettiğim büyüleri mükemmel şekilde yapabilirsin. Böylece mükafat olarak sana bunu yapmayı öğretirim? Şimdi şu çatal mı neyin nesiyse, ver onu bana.

Anglachel Telis’in uzattığı çatalı aldı ve donmaya başlayan beyaz sıvıyı karıştırmaya başladı. Sıvı karıştıkça sertleşiyor, kar gibi büyüyüp kabarıyordu.

-Telis, Nierni’esse’yi kurtardığımda çok yaralı ve aklı da çok karışıktı. Ancak söylediğine göre, korkarım seni bu evden taşımalıyız. Artık Roth’takhyr ile de görüşmemelisin. Biliyorsun, gizli kalman çok önemli.

Telis Anglachel’in söylediklerini dinlemiyor gibiydi. Gözleri dikkatle bulut gibi puf puf olan tatlıdaydı. Tadını şimdiden ağzından hissedebiliyordu.

-Telis! Kime diyorum!

+Taşınmak istemiyorum Anglachel. Tatlıyı yemek istiyorum!

Anglachel tatlının hazır olduğuna kanaat getirip kasenin altındaki küçük fırtınayı sonlandırdı. Daha küçük iki ahşap kaseye tatlılardan doldurdu ve birini Telis’in gözlerinin önünde tuttu.

-Taşınmalısın. Bu senin iyiliğin için.

Telis gözlerini tatlıdan ayırıp buz gibi bakışlarla Anglachel’e baktı. Küçük kaseyi almak istedi lakin Anglachel hızlı davranıp tatlıyı yukarı doğru kaldırdı. Telis vazgeçmiş gözlerini Anglachel’e dikti ve dişlerinin arasından isteksizce “Tamam.” dedi.

-Duyamadım?

+Tamam, dedim.

-Pekala, öyleyse afiyet olsun.

Telis tatlıya parmağını batırdı. Buz gibi bir bulut yığınına girmiş gibi hisseden parmağını daha sonra ağzına götürüp yaladı. Neşesi bir anda yerine gelmişti. Kasesini Anglachel’e doğru kaldırıp, ”Yeni evimizin şerefine!” dedi. Sonra neşeyle arkasını dönüp evin kapısından dışarı çıktı.

+”Maceramızın şerefine, küçük.” diye söyledi Anglachel ve tatlısına parmağını daldırdı.