Çevirmenlik dendiği zaman yurdum insanının ilk aklına gelen şey, dil bilen insan oluyor. Ve bu tanım her ne kadar tam anlamıyla yanlış olsa bile, doğru olmaya sadece bir iyelik eki kadar uzakta.
Çevirmenlik, bir meslek olarak görünmüyor bana. Bir ressamın mesleği ressamlık mıdır yoksa ressam, resim yaparak bir şeyler aktardığı için ressamdan önce aslında sanatçı mıdır? Sanatı meslek olarak görme konusunda sorun yaşıyorum aslında. Elbette bir insan icra ettiği sanata, zanaate ya da yeteneğe dayalı ve ortaya bir eser çıkarmak üzere olan bir eylemden para kazanabilir. Sanat toplumlar içindir ancak icra eden bundan para kazanabilir, kazanmaktadır ve hatta sadece para kazanmak için de sanatını icra edebilir. Mesela “Parası bittiği için yazdı bu kitabı.” gibi argümanları anlamıyorum. Parası bittiği ve yazdığı kitabı satacağı için, sadece bütçesini düşünerek ortaya eser koyan bir yazar kimsenin gözünde bu hareketi ile farklı yerlere gelmemeli. Peki sanatçı eserlerini bu amaç ile ortaya koyduğu zaman, sanatı aslında mesleği olmaz mı? Bu noktada tartışılabilir. Ama biraz da kendi açımdan nasıl baktığımı anlatmak istiyorum.
Sanatını hayatını idame ettirmek için icra eden sanatçıların yaptığı şeyi iki aşamalı olarak görüyorum ben. Öncesinde, sanatını yapmalı ve eserini ortaya çıkarmalı. Ardından ortaya çıkan bir ürünü piyasada değerlendirmeli. Ve sanatçı bu ürünü ortaya çıkarırken ilk önce her şeyden bağımsız bir şekilde, sanatçı olmalı ve ürünün olabildiğince güzel şekilde oluşmasını sağlamalı. Elbette kişi yeteneğini yansıtamadığı bir ürün ortaya koyabilir, bazen de harikalar yaratır. Velhasıl sanatçı olarak güzel bir ürün ortaya koyabilmek için dediğim gibi, sanatını icra edebilmeli.
Sonrasında ise ikinci aşama başlıyor, o da satış ve pazarlama. Ürünün güzelliğinden bağımsız şekilde kişiler bu aşamada da başarı göstermedikçe ekonomik bir gelir elde etmek zor oluyor. Ancak ilk aşamaya kıyasla, bu aşamada sanatçı yardım alabilir, üçüncü kişi ve kuruluşlar ile ürününü tanıtıp satabilir. Şimdilik satış ve pazarlamanın da ustalık isteyen bir nokta olduğu gerçeğini görmezden gelirsek, bu ikinci aşama ilk akla gelen anlamıyla sanatçılıkla alakasız. Elbette güzel bir ürünün satışı, tanıtımı daha kolay olacaktır ancak ürün çoktan ortaya çıkmış olduğu için sanatçı, sahibi olduğu bir emtiayı değerlendirmekte, kişilere satmaktadır.
Ortaya elle tutulur, gözle görülür, kulakla duyulur ya da herhangi bir şekilde somut olarak algılayabileceğimiz bir ürün konduktan sonra, kişinin kendisini sanatçı olarak görmesi ve diğer insanların da bu kişiye iyi ya da kötü bir sanatçı demesi ise anında gerçekleşiyor. Ancak ürün bu şekilde somut değilse, sanatçı sanatını nasıl gösterebilir?
Çevirmenlik ise işte bu son bahsettiğim muazzam büyük ve alternatifi olmayan bir dezavantaja sahip. Çeviriler, ilk bakan gözlere görünmezler. Kişi eseri okur, eser sahibine hak verir. Çevirmeni bilmek, çeviriyi anlamak oldukça güçtür. Hatta eserin çevrildiği dili bilmek bir noktaya kadar da elzemdir. Ama unutulmamalıdır ki bir çevirmen, eseri vezir de edebilir, rezil de.
Ülkemizde çevirmenlik en çok bilinen, en yaygın olarak icra edilen “kıymeti bilinmeyen sanat” olarak düşünülebilir. TRT Belgesel’de, eskiden varolup da artık sadece 2-3 kişi tarafından icra edilen birçok sanat görebiliyoruz ancak bu sanatlar zaten 2-3 kişi tarafından, 2-3 kişi için icra ediliyor. Çeviri öyle değil. Her noktada karşımızda. Kitaplarda, sinemada, tiyatroda, şarkılarda, şiirlerde, hobilerimizde…
Küreselleşen dünya üzerinde özellikle önem kazanmasına rağmen, günden güne kıymeti daha az bilinen bir sanat. Sanat diyorum, çünkü çevirmen bir bilgisayar gibi çevirmez eserleri. (Mütercimleri vs. tenzih ederim. Bunu yapmakla mükellef olan çeviri dalları da var sonuçta.) Eseri alır, sindirir ve eserin yazıldığı dilde, o dili konuşan insanların anladığı şekilde anlar ve aynısını yerelleştirir. Bu nedenle çevirmen, bambaşka bir sanat icra etmektedir. Çevirisi yapılan eserin ozgünlüğünü, anlamını, varsa kelime oyunlarını, kelimeler ve cümleler içinde yatan gizlenmiş anlamları farketmeli, anlamalı ve bunları olabildiğince bozmadan bir başka dile taşımalıdır.
Ülkemizde çeviri sanatı herkes tarafından küçümseniyor. Küçümseyenler çevirmenler de olabiliyor. Çevirmenliğin “eserin gizli kahramanı” rolüne sahip olduğu düşünülürse, ego kasan çevirmenlerin de bu sanata zarar verdiği kanaatindeyim. Bu minvalde çeviri işine bulaşmayan insanların pek fazla duymayacağı nice şey duymuş birisi olarak söylüyorum bunları.
Yeri geldiğinde çeviri, yeri geldiğinde yerelleştirme yapmak; ne zaman her şeyi çevirmemek gerekeceğini bilmek inanılmaz önemli noktalar çeviride. Çevirmen aynı duyguları, hisleri taşıyabilmeli başka bir dile. Kötücül olmayan bir cümle çevrildiğinde, kötücül olmamalı. Kelime oyunu varsa, aynı anlamı taşıyarak yerelleştirmesinde de o kelime oyunu yapılmalı. Aynı anlamı taşıyamıyorsa, mümkün değilse, özellikle de bir nesneye uydurulmuş bir isim, özel bir isim, bir yer-bölge ismi ise, çoğu zaman çevirmeden aynen alınmalıdır. Bu özelliklere sahip adları çevirmek çok zordur, özellikle de yabancı hali ile hali hazırda biliniyor ise.
Ama lütfen kimse unutmasın, kompüter olarak dilimize gelen kelime, bilgisayar kelimesi ile yerelleşmiş ve bu çeviri gayet tutmuştur. Ama aynı şekilde otobüs yerine “oturgaçlı götürgeç” dememekte kimse.
Kitaplardan örnek vereceksek mesela, Harry Potter kitaplarının YKY tarafından yapılan baskısındaki çevirileri göz önüne alalım. “Mudblood”, çamurkan, çamurlukan gibi çevirilebilir ancak çevirmen buna “Bulanık” demiştir. Aynı çevirmen(ler), Bludger’ı çevirmemiştir. Keza Snitch’de aynen alınmıştır. Ve aynı süper çevirmenler, kitabı kendi dilinde okuyanların bile çoğunun farketmediğini farkederek “Mirror of Erised” için “Kelid Aynası” çevirisini yapmak suretiyle adeta çevirinin ne demek olduğunu bizlere göstermiştir.
Bir başkası mesela, ki aynı zamanda benim açık ara en çok beğendiğim çeviridir kendisi, Brandywine River için, Brendibadesi Nehri demek. Dipnot: Bade kelimesinin bir anlamı, şaraptır. Brendişarabı Nehri, hatta Konyakşarabı Nehri demek bir kenara, Brendibadesi Nehri demek bir kenara. Hangisi güzel? Hangisini biliyoruz? Hangisini unutmadık? Brendibadesi dediğinizi duyar gibiyim.
Not: Yine aynı şekilde Bag End için Çıkınçıkmazı demek de bu mesleği doruklarında icra ediyor olmanın göstergesidir. Keza, Mirkwood’a Kuyutorman demek de aynı şekilde. Saymakla bitmez bu. Gerçekten Çiğdem Erkal İpek’e sonsuz saygılar, sevgiler.
Çeviri bir sanattır. İyisi de olur, kötüsü de. İyisi dile yerleşir, kötüsünü kimse kabul etmez. Bu iş zorlamalarla, çeviriyi kullanmayanları da forumlarda banlamakla mümkün kılınacak bir şey değildir. Dile oturmuşsa, insanlar benimsemişse, o çeviri güzel bir çeviridir. Çevirmenliğe ve dile senelerini veren birisi olarak, güzel çeviri ne yaparsanız yapın, zaten kendiliğinden dile yerleşir.