Dikkat: Film hakkında eser miktarda spoiler içerir…
4 Ekim tarihinde vizyona giren Joaquin Phoenix’in aktör olarak efsaneleştiği Todd Phillips’in yönettiği “Joker” filmi şimdiden popüler kültüre silinmez bir biçimde (aynı Ledger’ın Joker’i gibi) işleyen bir eser oldu. Uzun yıllar boyunca bardak altlıklarından, telefon kapaklarına, cosplay etkinliklerinden, protesto gösterilerindeki imgelerine kadar pek çok yerde bu ikonik Joker’i göreceğimiz kesin. Peki bu şekilde fenomen olmasının sebebi nedir? Bunu gerçekten hak ediyor mu? Hak ediyor muyuz?
Başlangıç olarak filmde bir sahnede Arthur’un çıktığı komedi kulübünün adına bakalım: Pogo’s. Bu isim, 33 cinayet işlediği düşünülen ve ancak bunların 12’sinden suçlu bulunabilen ve 1994 yılında zehirli iğne ile idam edilen seri katil John Wayne Gacy’e bir atıf. Çünkü bu katil; hayır etkinliklerinde, çocuk partilerinde ve geçit törenlerinde “Palyaço Pogo” adında bir karaktere bürünüyordu. Bu sebeple “Palyaço Katil” adını almıştı.
Bu noktada durup bir düşünmek gerekir; ‘seri katil’ tanımlamasını yaratan Amerikalılar aynı zamanda onları medya vasıtasıyla neredeyse rock yıldızı ününe sahip popüler kültür figürlerine de çevirdiler. Örneğin Beatles’tan White Album dinleyip içindeki şarkıları zencilerle beyazlar arasında bir kıyamet savaşının başlayacağına yoran ve ardından etkisi altına aldığı tarikatından insanlara korkunç cinayetler işlettiren Charles Manson veya 30 cinayetle suçlanan, duruşması bir medya sirkine dönen, hapishanede dahi aşk mektupları alan Ted Bundy bu popüler kültüre ait bilinen örneklerdendir. Kötülüğün; insan doğasına özgü anlaşılmaz ama çekici bir olguymuş gibi algılanmasına sebep olacak çarpık bir sunumla bu canavarlar, onlarca film, kitap, vb. içeriğin öznesi veya esin kaynağı haline geldiler. Mitleştirilerek kolektif bilinçaltına işlendiler. Bizim kültürümüzde veya Avrupa kültüründe (Karındeşen Jack gibi bariz bir örneği saymazsak) böyle bir mitleştirme ve yüceltme örneği yoktur. Bu olgunun ABD’den ithal edilen bir çeşit sapkın alt-kültür olduğuna inanıyorum. Kısaca kötülüğün bir meta haline getirilerek pazarlanması.
Joker filmine dönecek olursak; Batman çizgi romanlarında kestirilemez kötülükler yapabilme potansiyeline sahip delilikte (ve bu özelliğini de cömertlikle kullanan) bir kurgu karakteri beyaz perdede “yaptı ama neden yaptı bir sorun” sorunsalıyla ele alan bir yapım. Geçmişte Christopher Nolan filmlerinin karakterin özüne yaptığı bozucu bir etki olarak, kestirilemez kötülükler yapan deli figürünü anarşist bir suç dehasına çevirmesi sebebiyle yaygın bir biçimde sevilen bir karakter olduğu herkesin malumu. Hatta bu yüzden 2019 yapımı Joker’i izleyen seyircilerin bazıları aynı dehayı filmde bulamayınca filmle ilgili negatif yorumlar yaptılar. Halbuki bence bu film karakterin özüne daha yakın bir duruş sergiliyor. Çizgi roman sayfalarından çekip aldığımız bu karakterle ilgili Alan Moore’un yazdığı kült eser “The Killing Joke” muazzam bir tespit yapıyor. Kitapta Joker’in deliliğinin kaynağı ile ilgili geçmişine dair hatıra parçaları görüyoruz. Ancak kesinliğinden kendisi bile emin değil. Bu hatıra parçalarında ise Joker kendisini çabalayan, emek veren ancak yine de hamile karısına düzgün bir hayat sağlamayı becerecek parayı kazanamayan bir komedyen olarak hatırlıyor. Bu uğurda girdiği çabalar bir gün her şeyin arka arkaya kötü gitmesiyle mahvoluyor ve sonucunda deliliğe teslim olmuş olan Joker karakteri doğuyor. Bu eserde karakterin kendisi hakkında söylediği şeyler çarpıcı; “dünyanın geri kalanıyla aramda sadece tek bir kötü gün var.” Hepimizin hayatının ters giderek bir canavara dönüşebileceğimiz iması yapan eser, kanıt olarak önümüze Joker’i (ve hatta Batman’i koyarak) bence karakterle ilgili yapılmış en büyük önermeyi sunuyor.
Film ise karakterin bu özünü yine bir miktar tahrif ederek onu anti-kapitalist bir figüre çeviriyor. (emperyalizmin en büyük propagandacısı Hollywood film endüstrisi yapıyor bunu da not edelim kenara). En büyük kötülükleri şaka olarak yapma potansiyeline sahip bir canavarın anti-kapitalist hareketle birleştirilmesini kötü niyet olarak görecekler elbet vardır. Bunu es geçiyorum. Toplum olarak geniş çapta bize reva görülen yoksulluk, dışlanmışlık ve yabancılaşma karşılığında şiddet meşru olacaktır tezini de, haklı olabileceği notunu düşerek kenara koyuyorum. Ve şunu soruyorum:
NEDEN? Neden oturup bir Joker hikayesi anlatacağınıza yok sınıf mücadelesiymiş, yok anarşiymiş falan uğraşıyorsunuz. Kimsiniz olum siz? Bunun hakkında söyleyebileceğiniz, ortaya koyabileceğiniz ne var sizin? Bunu da “Aykırı gençliğe kitleriz nasılsa.” diyerek para kaygısıyla neden böyle şeyler çekiyorsunuz? Joker gibi kendiliğinden çekici bir karakteri neden aptalca bir mesaj kaygısıyla paketleyerek sunuyorsunuz? Ne gerek var? Amerikalıların alamet-i farikası olan seri katil kültürüne sırtınızı yaslamanız yeterdi. Kötülüğü meta olarak sunmak konusunda aşırı maharetlisiniz zaten. Neden ona sosyolojik bir sebep bulmak zorunda hissediyorsunuz? Kötülük pornosundan haz duymamızı sağlayan, insana özgü o çirkin merak duygusunu kaşımayı zaten biliyorsunuz. Bununla uğraşın. Bilmediğiniz sularda ne işiniz var?
Bu bahsettiğim cevapsız soruların ışığında bir popüler tüketim malzemesine dönüşecek sözümona anti-kapitalist Joker figürünü bence hak etmiyoruz. İnsanlık tarihine bakarak kendimize daha düzgün fikirler ve imgeler seçmek görevi bize düşüyor, elin emperyalist Amerikan sinema endüstrisine değil.
Bu kısmı görmezden gelirsek Arthur Fleck’in Joker’leşmesi hikayesi izleyiciye keyif veren mükemmel bir psikolojik-dram olarak karşımızda duruyor. Filmden mutlu çıkıyorsunuz. Söyleyeceklerim bu kadar.
Sevgiler, saygılar…