Fer – Bölüm 3 “Laen-Dukâs”

Nesiller boyu süren Kıyamet’in ardından her şey değişmişti. Kıtalar çökmüş, denizler yükselmiş ve ayakta yekpare tek bir toprak parçası kalmıştı. İnsanlar bu topraklara “Fer” adını verdiler. Her şey yeniydi, her şey farklıydı. Bitkiler neredeyse yok olmuş, hayvanlar neredeyse bulunmaz hale gelmişti. İnsanlar bile o kadar azalmıştı ki, bunu farkettiklerinde hayatta olanlar geçen zaman içinde ismini unuttukları Tanrı ve Tanrıçalara şükranlarını sunmuşlardı. Ancak kaos ve yıkım henüz bu topraklardan gitmemişti. Daha önce kimsenin görmediği, bilmediği ve hatırlamadığı hatta belki de unuttuğu başka akıllı ırklar da bu topraklardaydı artık. Belden aşağısı kıllar içinde, kafalarında boynuzlar olan ve ayakları insanların ayaklarından çok insanların sütünü içtiği, etini yediği ve kürkünü giydiği keçilerin ayaklarına benzeyen, akıllı ama tek derdi şarkı söyleyip gezmek olan Satyr’ler karşıladı insanları ilk önce. Ardından boyları bir insanın boyunun neredeyse yarısı kadar olan, sivri kulaklı, incecik sesleri ve inatçı mı inatçı Gnome’ları gördüler.

Fer üzerinde insanlar tekrar yürüyüp yayıldıkça, köyler ve kasabalar kurdukça birbirlerinden uzaklaşıp Kıta’nın farklı noktalarına yerleştikçe başka başka canlılar da gördüler. Kıyamet ile insanlık birçok şeyi unutmuştu belki de. Ama bu şeylerin içerisinde insanlık hiç hatırlamadığı ve unutup bir daha hatırlamak istemeyeceği bir başka ırkla daha karşılaştı.

At-Halkı.

Fer üzerinde görülmeyen ancak İnsanların hafızasından çıkmamış olan, insanların At dediği hayvan ile birleşmiş, yarısı at yarısı insan olan savaşçı bir ırk. Daha önce karşılaştıkları ırklardan farklı olarak At-Halkı insanlardan nefret ediyordu. Ölesiye bir nefret. Öldüresiye bir nefret.

At-Halkı çok güçlüydü. Çok hızlılardı. Savaşçılardı ve acıma ya da merhametleri yoktu. Ve insanları tek tek, köy köy ve kasaba kasaba yok etmeye başlamışlardı. İnsanlar da karşılık veriyor ama her defasında yeniliyorlardı. Birbirinden ayrı yaşayan ufak insan toplulukları, dev bir dalga gibi kıta üzerinde hareket eden bu barbar yaratıkların karşısında dirense bile, nafileydi. Çok uzun bir süre boyunca At-Halkı neredeyse kıta üzerinde yaşayan bütün insan topluluklarını ele geçirmiş, çoğunu öldürmüş, hayatta kalanları ise köleleştirmişti. İnsanların tek umudu, bugün Adalar Krallığı olarak bilinen ancak o gün henüz üzerinde bir Krallık olmayan Adalar’a kaçmaktı ve öyle de yaptılar. Nesiller boyunca Kıta üzerinde At-Halkı’nın boyunduruğundan kurtulabilmiş, bir şekilde saklanabilmiş ve biraz da şansı olan insanlar Adalar’a yerleşip buradaki bereketli topraklarla tanıştılar. Ancak Adalar Krallığı’nın hikayesi bir başka günün hikayesi olacak.

Bu hikaye, savaşçı At-Halkı’nın kültürüne derinden işlemiş bir başka unsurun hikayesi: Laen-Dukâs.

Athalkı herhangi bir askeri çatışma söz konusu olduğu zaman kendi birliklerinden seçmece bir grup oluşturur. Bu grup, 5 tane çatışmada bulunmuş ve kendi kanını dökmüş At-Halkı mensuplarından oluşur ve sayıca ne kadar büyükse, parçası oldukları kabilenin o kadar çok savaştığı ve kazandığı anlaşılır. Oluşturulan bu gruba Athalkı, kendi dillerinde Son Koşanlar anlamına gelen Thellon Stefet der.

Ana askeri birlikler mücadeleye başlamadan önce kabilenin ozanları müzik aletlerini çalmaya, sesi gür olanlar sesleriyle bu müziğe eşlik etmeye başlarlar. Ardından bu melodiler eşliğinde iki kabilenin Son Koşanlar’ı taraflardan birisi tamamen yok edilene kadar savaşmaya devam ederler.

Bu öncül çatışmaya ise Kan Dansı yani Laen-Dukâs denir. Kan Dansı sonrası çoğunlukla kabilelerden bir tanesi teslim olur ve teslim göstergesi olarak sancaklarını karşı tarafın Savaş Şefi’ne verir.

Ancak bazı durumlarda bu teslim durumu gerçekleşmez ve iki taraf birbirine karşı hücuma kalkar. Kazanan tarafın Son Koşanları, karşı tarafın ana birliğine ilk ulaşan Atadamlar ve Atkadınlar olur. Kendilerine Son Koşanlar isminin verilmesinin sebebi de budur çünkü neredeyse tümü için bu durum kesin bir ölüm demektir.

Laen-Dukâs‘a katılmak, At-Halkı için bir onur meselesidir. İstila döneminde  At-Halkı kabilelerinin neredeyse tümü tek sancak altında birleşmiş bir halde insanlara savaş açtığı zaman bile bu adet unutulmamıştır. Karşılarında insan bile olsa, At-Halkı her meydan savaşı öncesinde bu adetlerini yerine getirmiştir. Kayıtlarda insanların buna aynı şekilde karşılık verdiğine dair bir bilgi yoktur hatta insanlar At-Halkı’nın bu geleneğini kendi çıkarlarına kullanmış, Son Koşanlar’ın karşısına hiçbir insan çıkarmayarak nispeten ufak olan bu At-Halkı birliğini yok etmişlerdir. At-Halkı’nın bu geleneği direnişçi insanları zaman içerisinde vur-kaç taktiklerini öğrenmeye, saklanmaya ve tuzaklar kurmaya itmiş ve bu durum özellikle Yüce Kral Utu’nun başlattığı büyük başkaldırı esnasında insanların taktiksel birçok zafer elde etmesini sağlamıştır.