Gladyatör II filmi vizyona girdi malumunuz… Film hakkında duyduğum olumsuz yorumlar ve ülkemizde sinemaya gitmenin artık bir lüks olması birleşince, ben de her ne kadar tarihi filmlere düşkün olsam da hevesim kaçtı ve Gladyatör II hemen vizyona girer girmez izlemedim. Geçen hafta filmi izleme şansım oldu. İzlemez olaydım dedim…
Her zamanki gibi bu yazılarda sinema, kurgu ve sanat eleştirisine çok girmeden, tarihi yönleri ile bu tarihsel-kurgu filminde neler mantıklı, neler mantıksız ve bunların nedenlerini sizlere aktarmak istedim. Napolyon faciasını üstünüzden atabildiyseniz, daha beterine hazır olun! Çünkü bu sefer Ridley Scott gerçekten tarihi gerçeklere, akla, mantığa, hikaye anlatıcılığına, her şeye topyekûn savaş açmış!
SPOILER uyarımızı yapalım ve başlayalım…
Ya Tamam, Kurguya Bir Şey Demeyeceğim Dedim De…
Dedim ama diyemeden geçemedim. Yahu arkadaş, bu film ilk Gladyatör filminden sonraki alternatif bir tarih kurgusunda geçmiyor mu? Daha açılış sekansından patladık…
“Marcus Aurelius’un ölümünden 16 yıl sonra,
Onun “Roma rüyası” unutuldu.
İkiz imparatorlar Geta ve Caracalla’nın
Zulmü altında yolsuzluklar baş gösterir.“
Doktor bu ne? İlk filmin sonunda Maximus abimiz ölmüş, Commodus’u da öldürmüştü. Sonra da arenada hem askerler hem senatörler Maximus abinin hatırına “Roma eskiden ne güzel cumhuriyetti, yine öyle olsun” dediler. Ne oldu da tiranlık geri geldi? Maximus boşuna mı öldü? Abimizin tüm çabaları daha saniyesinde boşa mı gitti? Roma’nın ileri gelenleri arenada “He he, tamam cumhuriyet kuracağız” deyip Maximus’un cenazesini kaldırmışlar ama hemen sonrasında “Evet abiler, yeni imparator kim olsun?” mu demişler? Bu kadar kötü bir storytelling örneği az görmüşümdür (Not: Bu arada, filmin kalanında da bu konu havada bırakıldığı için bu kadar bık bık ettim.).
Neyse ne diyorduk? Tarihsel sahneler… Doğru, kusura bakmayın…
M.S. 200 Numidya Mı?
Basit bir google aramasıyla bile görebileceğimiz üzere M.S. 200 tarihinde Roma İmparatorluğu haritası şuna benziyor:
Şimdi deyin bana, bu haritada, Kuzey Afrika’da kıyısı kırmızıya boyalı olmayan tek bir yer görüyor musunuz? Numidia, yani bugünkü Cezayir toprakları, o tarihte zaten Roma sınırları içindedir. Kısacası film evreninde henüz fethedilmemiş olsa da gerçekte Romalılar orayı çoktan imparatorluğa dahil etmişlerdi.
Kuşatma Kulesi Taşıyan Gemiler
Şimdi bu sahnenin ihtişamlı olduğunu ve görsel olarak izlemesi bir hayli keyifli olduğunu itiraf etmek lazım. Haliyle her gün bir şehir surlarına kuşatma kuleleri ile saldıran gemiler görmüyoruz ekranda.
Ama maalesef, bu sahne tarihsel gerçeklik açısından çok çok sıkıntılı. Bir kere, düşünün, koca bir orduyu gemilerle Roma’dan Afrika kıyılarına kadar taşımışsınız. Askerler yorgun, bitkin, belki günlerdir midesi bulanan, deniz tutması geçiren askerleriniz var. Onları bu halde bu kadar iyi korunan düşman surlarına yollamak tahmin edeceğiniz gibi intihar olur. Gerçek bir savaşta, aklı başında bir komutanın yapması gereken, askerleri önce şehre uzak bir yerde karaya çıkarıp dinlenmelerini sağlamak olur. Sonrasında şehrin ordu tarafından karadan kuşatılması, donanma ile de limanının ablukaya alınması gerekir. Bu sırada şehir surları mancınık atışlarıyla yıpratılır ve doğru zaman gelince de şehre saldırı hem karadan hem de denizden yapılabilir.
Aslında kuşatma kulelerinin gemiler üstüne konarak denizden surlara saldırılması Roma döneminde görülmemiş şey değil. Ama burada da kulelerin sayısı, yapısı ve doğrudan denizi aşan gemilerde olmaları ile alakalı bir sıkıntı var. Ana ordu şehre karadan saldırırken, küçük bir kuvvet, en fazla bir veya iki kuşatma kulesini birkaç geminin üstüne yerleştirerek denizden bir saldırı da yapabilir. Fakat tabii burada, gemiler üstüne konacak büyük ve dayanıklı kuleler karada kuşatma sırasında hazırlanır, gemilere monte edilir ve saldırı yapılır. Taa Roma’dan üstünde ufak kuşatma kuleleri taşıyan gemiler gelmez.
Amazon Savaşçıları Afrika’ya Gelmiş
Gelelim Numidya surlarını koruyan okçu ablalara… Burada çok açık bir Amazon savaşçı kadın göndermesi yapılmış. Ama durum böyle bile olsa, Amazon savaşçıları Yunan mitolojisindeki hikayelerde anlatılmıştır ve gerçekte, savaşlarda, belki bazı istisnalar haricinde savaşçı kadınlar görülmez. Yine de burada bir parantez açmak lazım; bu istisnai durumlardan bazıları, Türkler’in de ilişkili oldukları düşünülen İskit ve Sarmat halklarından gelir. Bazı İskit ve Sarmat mezarlarında arkeolojik kazılarda ok, yay, mızrak ve kalkan ile gömülen ve vücutlarında savaş yarası izleri bulunan kadın iskeletleri bulundu.
Kısacası, bir Afrika şehrinin surlarını koruyan kadın askerlerdense, at sırtından ok atıp Romalılar’la çarpışan İskit veya Sarmat kadın savaşçılar gösterse Ridley Scott tarihe çok daha sadık kalmış olacaktı.
Hemen Woke Demeyin, Pek Çok Ten Renginde İnsan Olması Mantıklı
Şehir fethedildikten sonra esirlerin gösterildiği sahnede pek çok farklı ten renginde insan görüyoruz. Bu woke kültür adına yapılmış bir hamle değil, tarihsel olarak doğru bir sahne.
Roma döneminde de Kuzey Afrika’daki şehirlerde, kıtanın pek çok yerinden ve farklı kabilelerden gelmiş çok sayıda insan olması gayet makul. Bunların kimi daha açık tenli Fenike kökenli insanlar, kimi az koyu ten renginde Mısırlı veya Numidyalılar, kimi de oldukça koyu tenli Nubyalılar olabilir. Ayrıca bir şehri savunanlar arasında şehrin yerlileri olduğu gibi müttefik şehirlerden gelen veya paralı askerlik yapan pek çok savaşçı da olabilir.
Esirsiz Zafer Alayı ve Boyasız Heykeller
Bu sahneler genel olarak başarılı olsa da gözlerim zafer alayında sergilenecek olan mahkumları ve fethedilen şehrin esir edilmiş kralını aradı. Böylesi bir fetih ardından canlı ele geçirilen esir kral mutlaka sergilenirdi.
Burada değinebileceğim bir detay da boyasız heykeller. Günümüzde müzelerdeki heykellerin boyaları yıllar içinde döküldüğü için boyasız heykeller izleyici olarak bize daha tanıdık gelse de, gerçekte hem Roma’da hem Antik Yunan’da şehirlerdeki neredeyse tüm heykeller boyalıydı. Bugün arkeolojide kullanılan teknolojilerin de gelişmesi sayesinde heykellerdeki boya izlerini görebiliyoruz ve heykellerin çok detaylıca, kıyafetlerdeki en ince desenler bile görünecek şekilde boyandığını biliyoruz.
Elagabalus Esinlenmeleri
Sonrasında imparatorlar Caracalla ve Geta’yı görüyoruz… Olmuş mu? Haliyle olmamış. Bu kardeşler nedense makyajlı ve düpedüz efemine bir halde karşımıza çıkıyor. Geta’ya dair pek bir tarihsel bilgi olmasa da Caracalla’nın günümüze de ulaşan büstleri var. Gür sakallı, güçlü kuvvetli fiziğe sahip olduğunu biliyoruz. Burada da film sanki bir anti-woke hamlesi yapmış ve kötü karakter olarak tanıttığı bu iki imparatoru, LGBTİ+ bireyler gibi göstermiş.
Buradaki karakterler açıkça İmparator Elagabalus’dan esinlenilmiş. Tarihte, bu şekilde makyaj yaptığı bilinen ve Roma standartlarına göre efemine denebilecek tavırları olan en bilindik imparator Elagabalus -gerçi bazı kaynaklar onun da gerçekten karakteri böyle olduğu için değil, Suriye kökenli olduğu ve antik Suriye kültüründe erkeklerin de sürme sürüp makyaj yapması gayet doğal bir durum olduğu için bu şekilde davrandığını yazıyor. Ama elbette, özellikle Caracalla’nın asla böyle giyinip davranacak biri olmadığına eminiz.
Bir de takıldığım son nokta, imparator kardeşler, generale diyor ki işimiz daha bitmedi, İran’ı, Hindistan’ı fethedeceğiz daha… Oğlum bir yavaş gelin. Tamam, film bize bu imparatorları kötü karakter olarak göstermek istiyor da, belli ki aynı zamanda embesil olarak da göstermek istiyor. Tamam, bu dönem Roma’nın halen güçlü dönemi, ama artık yeni fetihlerin de pek olmadığı bir zaman. Persler ile savaşlar çok uzun ve yıkıcı geçiyor. Hadi gerçek, Caracalla da İran’ı fethe çıktı, anladık diyelim. Hindistan ne oluyor? Bir tek Büyük İskender oraya gidebilmiş o da zaten dayak yiyip dönmüş. Biraz sakin mi olsak acaba?
En Kıymetli Savaş Esirini Neden Kıytırık Bir Gösteride Harcadık?
Filmin bu noktasına kadar en çok hayret ettiğim sahne bu oldu. Önceki bölümde zafer alayında esir edilen kralın neden görünmediğini anlıyoruz. Meğerse kıytırık bir mahalle arenasında üç beş kişiyi eğlendirmek için öldürülecekmiş…
Hocam yapma, etme! Çoğunlukla fethedilen şehrin kralı, lideri, komutanı, her neyse, Roma’da büyük kolezyumda anlı şanlı bir gösteri ile tüm halkın gözleri önünde sergilenir ve çoğu zaman öldürülürdü. Bu adamı bu şekilde harcamak hiç olmamış.
Tabii ki bir başka bariz tarihi sapma da mutant babunlar olarak karşımıza çıkıyor. Ama buna çok da takılmadım. Sonuçta gladyatörler, buradaki insan yiyen babunlardan daha az tehlikeli olmayan pek çok vahşi hayvanla da dövüştürülürdü. Burada asıl takıldığım şey ana karakterin babunu ısırması oldu. Hadi benim beş yaşında kızım saçma sapan şeyleri ısırmak istiyor da, koskoca adamsın be abi… Aman diyeyim, enfeksiyon kaparsın, öyle şeyler yapma. Malum daha antibiyotik de icat edilmedi… (Hadi gerçi filmin hakkını da yemeyeyim, izlerken çok gülsem de, belki de canını kurtarma gayesiyle düşmanını ısırmak dahil her şekilde savaşan biri çok da mantıksız sayılmaz.)
Darbecinin İyisi Olur Mu?
Bu sahnede generalimizin aslında pek demokratik bir insan olduğunu anlıyoruz. Roma evlatlarının nasıl ölüme gönderildiğini anlatırken içi parçalanıyor garibin… Aslanım sen nasıl general oldun? O kadar özendiğin Marcus Aurelius ve Maximus böyle saçma sapan triplere girmiyordu, imparator emrederse ölürüz, Germanya işgal edilecekse ederiz deyip savaşa gidiyorlardı.
Hayır bir de bunları söyleyip sonra diyor ki ordum hazır bekliyor, darbe yapıp yönetimi alacağım ve senatoya devredeceğim. Darbe yapınca da imparatorluğun diğer vilayetlerindeki yöneticiler “Ha tamam, senato mu başa geldi, OK o zaman…” mı diyecekler? Buralardaki generaller de kendi ordularıyla olaya müdahil olmayacak mı? Abimiz imparatorlukta iç savaş çıkması uğruna diyor ki “Roma evlatlarının ölmesine, böyle acılara kalbim dayanmıyor”.
Tarihte İmparator Macrinus
Film bize Macrinus karakterini bir gladyatör eğitmeni ve bir köle tüccarı olarak tanıtıyor. Sonrasında abimizin Roma’dan nefret ettiğini ve onun yok oluşunu görmek istediğini izliyoruz (Şunu da eklemeden edemeyeceğim; sürekli gülüp her şeyle dalga geçer gibi bir hali olan bir Denzel Washington izlemek beni nedense çok rahatsız etti.).
Macrinus, bir köle tüccarı olmamakla beraber tarihi bir figür; Cezayirli bir aileden geliyor. İmparator Caracalla döneminde Praetorian Muhafızları komutanı, sonrasında imparatoru devirip kendi başa geçiyor, ama hükmü çok kısa sürüyor ve kendi de eski imparatorun ailesinin diğer üyeleri tarafından devriliyor. Filmdeki gibi Roma’yı yok etmek gibi bir amacı asla yok, hatta tam tersine Caracalla dönemindeki istikrarsızlığı bitirmek, devam eden savaşları sona erdirmek ve bozulan ekonomiyi düzeltmek için çaba harcadığı biliniyor. Muhtemelen Denzel Washington gibi bir siyahi olmasa da, Berber kavimlerinin kanını taşıdığından Roma’nın gördüğü en koyu tenli imparator olabilir.
Gladyatör Hayatı
Filmin nadir beğendiğim sahnelerinden biri var sırada: Gladyatör abimiz banyoda biraz keyif yapıp kaslarını rahatlatıyor. Gladyatörleri modern dünyanın ünlü sporcuları gibi düşünebilirsiniz. Her ne kadar köle olsalar da, söz konusu gladyatörler olunca zincire vurulmuş ve hiçbir hakkı olmayan bir kölelikten bahsedemeyiz.
Onlar da aynı bugünün sporcuları gibi müsabakalar sonrası iyi dinlenir, banyo yapar ve masaj yaptırırlardı. Eğitmenleri onlar için masraftan kaçınmazdı, ayrıca tam da bu sebepten dövüşlerde gladyatör ölümü nadir bir durumdu. Bunu günümüz şartlarında, çok maaş verdiğiniz ve kalifiye bir çalışan gibi düşünebilirsiniz, bu çalışan hemen ilk işinin sonunda heba olacaksa patron açısından bunun ne anlamı var, değil mi? Gladyatör dövüşlerinde çoğu zaman iki farklı tipte dövüşen ve farklı zırhlar/silahlar kullananlar karşı karşıya getirilir ve bu dövüşler günümüz Amerikan güreşlerine benzer şekilde ölümüne birer kavga olmaktan çok bir gösteri olurdu. Yenilen, iyi dövüştü ise genelde canı bağışlanır ve sonraki dövüşe hazırlanırdı. Bu yüzden bu banyo sahnesi gayet makul.
Bu sahne hakkında ise pek söylenecek bir şey yok. Tarihsel filmden çıkıyoruz ve Warhammer Fantasy Battles kısmına geçiyoruz (Hadi itiraf edeyim, bu benim orijinal yorumum değil maalesef, trailer altındaki yorumlarda görmüştüm.).
Ama Burada Gerçekten Ridley Scott’u Tokatlamak İstedim!
İyi ki iki güzel laf ettik… Filmdeki en rahatsız edici sahneye geldik şimdi. Gergedanı sakatlanan abimiz, bizim gladyatörü yeniyor. İmparator yenilene merhamet gösteriyor. Olay bitti kardeşim. Çıkar gidersin.
Ama yok, bizim eleman diyor ki “Başlarım merhametinize!” ve yine saldırıya geçiyor. Sonunda da gergedanlı abiyi öldürüyor. Sonra yaşananlar daha vahim… İmparator bu rezaleti onaylıyor, halk bizimkini alkışlıyor, diğer gladyatörler de onu tebrik ediyor. Yani olacak iş değil!
Dövüşü kaybetmişsin, canın imparator tarafından bağışlanmış. Ona rağmen karara saygı duymayıp dövüşe devam edip bir de üstüne rakibini öldürmüşsün. Adamı öttürürler bak! Öyle böyle bir suç değil bu! Çarmıha gerip cümle aleme ibret olsun diye Roma’nın kapısına dikmeleri lazım bizim elemanı. Böyle bir olayı gören imparator alkışlamak yerine hemen gardiyanlara bu şerefsizi yakalamalarını emreder, halk bu kalleşi yuhalar, diğer gladyatörler yüzüne tükürür, sonra da adamı çarmıha gererlerdi. Tabii bu film tarihsel gerçeklere azıcık saygı duysaydı böyle olması gerekirdi. Bak halen elim ayağım titriyor…
Naumachia: Gladyatör Dövüşünden Sıkılanlara Gemi Verelim
Şimdi bu sahne ne doğrudan yanlış ne de tamamen gerçek diyebilirim. Roma’da gerçekten de bu şekilde eğlence için yapılan ve savaş esirlerinin içinde olduğu gemilerin çarpıştığı etkinlikler düzenlenirdi. Ancak bunlar kolezyumda olmazdı. Zaten kolezyumun zeminine nasıl böyle su basacaksın? İçine köpek balıkları atacaksın?
Bu etkinlikler genelde şehrin yakınlarındaki Tiber Nehri üzerinde veya civardaki göllerde düzenlenirdi. Ve hani filmde olduğu gibi de sadece iki gemi değil, onlarca gemi ve binlerce savaş esiri dövüştürülürdü. Tabii bu etkinlikler pahalı ve zor organize edilen şeyler olduğundan öyle her zaman yapılmazdı. Bu gemi müsabakalarının ilki bilindiği kadarıyla, muhtemelen tarihteki en ünlü Romalı olan Jül Sezar tarafından organize edilmişti. Filmde, bu etkinliğin tarihi bir savaşı simgeliyor olması da gayet makul, “naumachia”* gösterilerinde gerçekten de taraflar, daha önceki bir tarihte bir deniz savaşında çarpışmış iki düşman donanmayı temsil ederdi.
Köpek balığı kısmına takılanlar da olmuş. Naumachia gösterilerinde suda köpek balıkları olup olmadığını bilmiyoruz, ama bazı kaynaklarda suda hayvanların olduğu yazıyor. Yine de bunlar muhtemelen Roma’nın köpek balığına göre daha kolay erişebileceği, Mısır’dan getirilmiş olabilecek timsahlardı.
Tarihte İmparator Caracalla
Film, Caracalla ve Geta’yı sadece görünüş anlamında değiştirmekle kalmamış, iki kardeş arasındaki ilişkiyi ve yaşananları da gerçeğe çok uzak, hatta tam zıt şekilde vermiş. Filmde Geta, Macrinus’un gazına gelip kardeşi Caracalla’yı öldürüyor.
Gerçekte olan ise tam tersi; Caracalla ve Geta, imparator babaları Septimus Severus ile birlikte Britanya’da seferde iken babaları ölüyor. Kardeşler Britanya’dan Roma’ya dönüş yolunda pek çok konuda anlaşamayıp sert kavgalar ediyorlar. Bir ara imparatorluğu doğu batı şeklinde ikiye bölmeyi bile düşünseler de sonunda Caracalla gücü paylaşmayı reddediyor ve Roma’ya döndüklerinde Praetorian Muhafızları’nın desteğini de alarak küçük kardeşini öldürtüyor. Sadece kardeşiyle kalmayıp, Geta’nın yandaşı olan pek çok senatör ve soylunun da ölüm emrini veriyor. Binlerce kişinin öldüğü, pek çok evin yağmalandığı gece sonunda Caracalla tek imparator kalıyor. Birkaç yıl sonra ise daha önce de bahsettiğim gibi Macrinus, Caracalla’yı devirip tahtı alıyor, ama kısa süre sonra kendi de devriliyor.
Burada film ilginç bir kararla tüm bu olayları değiştirmiş ve Macrinus’u bir “kingmaker” konumuna sokmak için Geta’yı manipüle ettirip Caracalla’yı harcamış.
Caligula Esinlenmeleri
Geta filmde tek başına imparator olduktan sonra, tam bir deli olduğunu göstermek için maymununu konsül olarak atıyor. Bu da tabii çok klasik bir Caligula göndermesi olmuş.
Tiyatro oyunuyla da ünlü olan ve az çok tarihe merakı olan pek çok kişinin de bileceği üzere İmparator Caligula delilik, sapıklık ve zalimliği ile bilinir ve çok sevdiği atını konsül olarak atamaya karar vermesiyle ünlüdür. Fakat Caligula bu işi beceremeden öldürülmüştür. Onun ahını film Geta’dan çıkarmış gibi görünüyor ve deli dolu imparatorumuz maymununa konsüllük veriyor.
Siyahlara Büründüm, Karadır Alın Yazım
Hadi, artık ufaktan bitirelim, benim de sabrım bir yere kadar dayanıyor. Son bahsedeceğim konu da simsiyah zırhlara bürünmüş bu askerler, hatta tüm ordu olsun. Sanırım Ridley Scott’a göre biz izleyiciler tamamen geri zekalıyız… İki farklı Roma ordusunu, karşılıklı durdukları, farklı yerden geldikleri ve sancaklarının farklı olmasından ayırt edemeyiz, maazallah bu sahnede neler oluyor hiç anlayamayız. Mutlaka bir ordunun zırhlarının rengi komple değişik olmalı ki onun farklı bir ordu olduğunu anlayabilelim.
Şehirde darbe yapıp Roma’ya demokrasi getirmeye gelen ordu standart bir Roma lejyonu gibi zırhlara bürünmüşken şehri koruyan ordu tamamen siyah zırhlar giyen askerlerden oluşuyor. Herhalde Galya’daki ordular kırmızı, Yunanistan’dakiler mavi, Anadolu’dakiler de yeşil zırhlar giyiyorlar. Öyle ayırt ediyorlar lejyonları, sancakların renginin farklı olması yeterli olmuyor sanırsak… Mesela bir ordunun generali yanlışlıkla aynı renk zırh giyen başka bir ordunun askerini görürse kafası karışıyor…
Filmin bu tarihsel hatalar dışında kurgusunu ve hikaye anlatıcılığını da hiç beğenmedim. Beni hiç içine çekmedi. Ama bunları da başkaları eleştirsin. Ben işimi yaptım diyerek, içim rahat huzurlarınızdan çekiliyorum.
Bir sonraki tarihi film sonrası görüşmek üzere!