Game of Thrones dizisi çok tartışmalı biçimde bitti ve dizinin bitişiyle ilgili pek çok şey yazıldı çizildi. SPOILER uyarımızı yapıp devam edelim. Benim bugün bahsetmek istediğim konu dizinin senaryosunun ya da olayların bir eleştirisini yapmak değil. Bu yazıda bahsetmek istediğim şey Game of Thrones örnekleriyle, fantastik kurgu eserlerinde naturalizm’in önemi ve neden ona sadık kalınması gerektiği…
Fantastik kurgu filmler ve dizilerle ilgili sıradan izleyicinin genellikle eksik yorumu şudur; zaten gerçek dışı, dolayısıyla herşey olabilir. Bazı izleyici bunu “eseri beğendiği” için ve yapımda yaşanan olayları savunmak için söyler, bazısı da fantastik türünü zaten hiç ciddiye almadığından “niye takılıyorsunuz” anlamında söyler. Fantastik kurguyu sadece dizi ve filmlerden değil, kitaplardan ve çizgi romanlardan da takip eden kitle ise olaya farklı açılardan bakar ve hikâyede bir “naturalizm” arar. Not: Natüralizm ile ilgili Ruhi’nin şu videosuna göz atabilirsiniz.
Aslında işin özü çok basittir, iyi fantastik kurgu öykülerinde bir neden sonuç ilişkisi vardır ve bunu anlamanız çok uzun sürmez. Büyü bile olsa ortada, bu büyünün “nasıl” yapıldığına ve ne sonuçlarına olduğuna dair izleyici hızla bir fikir sahibi oluyor ve bunu kafasında bir mantığa oturtuyorsa bu bizim için yeterlidir. Örnek: Önceki sezonlarda Melisandre, Renly’yi öldürmek için bir gölge suikastçı ortaya çıkaran bir büyü yapmıştı. Bu büyüyü yapmak için bir ritüel yaptı, Stannis ile ilişkiye girdi ve sonrasında doğurduğu bu gölge, ona verilen görevi yerine getirdi. Basitçe, büyünün nasıl yapıldığına dair bir fikrimiz oldu ve kafamıza yattı. Kimse de sormadı “nasıl yani” diye… Aynı Melisandre’nin son sezonda Battle of Winterfell sırasında yaptığı büyülere bakıyoruz, gelip Dothraki silahlarının alev almasına neden oluyor… Peki, o zaman diğer silahlara, tüm ordunun silahlarına neden alev büyüsü yapmıyor? Yoruldu mu? Büyü gücü mü tükendi? Bu sorular hep cevapsız kalıyor…
Şimdi birçokları, belki de fantastik türüne pek aşina olmayan arkadaşlar “Ya ona mı takıldın gittin de?” diyebilir. Maalesef cevabım, evet buna ve diğer birçok şeye takıldım. Bunlar, bir öyküyü “gerçek” hissettiren unsurlar ve kafalarda bir sürü soru işareti kalıp öykünün anlamsız bir olaylar zincirine dönmesini engelleyen şeyler.
Daha bariz bir örnek yine aynı bölümdeki mancınıklar mevzusu… Ben gerçekten merak ediyorum şu “tarihi” temalı dizi film çekenler ne zaman bir tarihsel savaş uzmanına bir şeyler danışacak diye. Bu savaş aletleri, yapılması oldukça zahmetli ve bir tanesi bile düşman ordusuna çok ciddi zararlar verebilen aletler. Tüm bölüm, bu mancınıklarla sadece tek bir atış yapıldığını görüyoruz. Oysa mancınıklar alevli taşlar fırlatabildiklerinden ve alev de ölüler ordusunu durduracak yegâne araç olduğundan, bu mancınıklardan en fazla faydalı şekilde davranılmalıydı. (savaşta komutanların kalkan vs. kullanmadan en önde savaşmaları konusuna değinmiyorum bile)
Gelelim en çok tartışılan sahnelerden birine, ejderhaların balista ile vurulması veya vurulamaması olayı. Şimdi öncelikle şunu belirtelim, dizinin Rheagal’ın öldüğü bölümde gösterdiği tarzda bir balista atışı yapılması mümkün değil. Ok, o kadar yükseğe o hızda çıkamaz. Haydi, çıktı diyelim, bu ejderhanın hiç mi zırhlı bir derisi yok? Yine, haydi çıksın, bu kadar isabetli art arda üç atış yapılma olasılığı çok çok düşük… Ama tabii sonraki sahnede işler iyice zıvanadan çıkıyor, Euron’un balistaları rakip gemilere, ancak Napolyon döneminin gemi topların en yakın mesafeden yapabileceği şekilde hasar vererek Dany’nin donanmasını yok ediyor. Tüm fizik kanunlarına karşı gelen bu ok atışları, aynı zamanda şu soruyu da aklımıza getiriyor, madem bu balistalar deniz savaşlarında bu kadar güçlü bir unsur, neden rakip gemilerde bir tane bile yok? O güne kadar Cercei dışında bir tane mühendis çıkıp da bunu gemilere yerleştirelim, deniz savaşlarını kazanalım demedi mi?
Ve evet, son bölümdeki “mürekkebi kurumadan kitap kapama” mevzusuna da değinmeden geçemeyeceğim. Ne yalan söyleyeyim, tüm bölümde beni en çok rahatsız eden şey bu oldu, çünkü doğrudan dizinin ortaçağ – tarihi atmosferini kaçıran bir mevzu… Ah be Brienne, ne yaptın, yazık ettin onca sayfayı…
Hepsinden önemlisi, belki “çekim hatası” denip geçiyor ama bence hem yapımcıların hem de oyuncu ve çalışanların iş disiplininin ne kadar az olduğunu gösteren bu bardak, şişe vs. hataları. Sıradan çekim hatalarında bir sahne önce yüzün bir tarafında olan yara izi bir sahne sonra diğer tarafta olur, aynadan çok az set ekibinden bir personel görünür vb. Ama bu hatalar çok bariz bir şekilde, ortaya öylesine bırakılmış malzemelerin görünmesi sonucu oluşmuş, iş güvenliği önlemlerinin en basitidir, bu noktadan sonra baretsiz, eldivensiz gezilmez vs. denir. Sette bunu uygulamak çok mu zor, bu noktadan sonra su-kahve, kişisel malzeme götürülemez kuralı konabilir. Sahne arkası videolarında zaten bol bol oyuncuların telefonla, gözlükle dolaştıkları görülebiliyor. İyi bari bunlar çıkmamış…
Sonuç olarak natüralizm önemlidir ve bir hikâyenin iyi-kötü’den önce, ciddiye alınabilir bir hikâye olup olmadığını gösterir. Sevgiyle kalın…