Vita et Mors Bölüm 4

 Sisli Ada

Kaptan maceracıları hızla gemisine yönlendiriyordu. Mürettebatın bir kısmı durmaksızın çalışıyor, bir kısmı da sanki hiç bir şey olmamış gibi içkisini içiyor kahkahalarla muhabbet ediyordu. Kaptan güverteye adımını atar atmaz emir yağdırmaya başladı.

“Haydi hazırlanın, harekete geçiyoruz!”

Kısa bir süre sonra gemi yola çıkmıştı. Deniz gayet sakin görünüyor, gemi hızla canavarın son görüldüğü inanılan yere gidiyordu. Gerçi maceracılarımızın da keyfi yerindeydi. Drualnay içmeye devam eden ayyaş mürettebatın yanına oturmuş bira gömüyor, Zen, Axewell ve Borvenas etrafı izliyorlardı. Sadece Tobin ve kaptan ortalıklarda yoktu. Herkes kendi işine bakarken yukarıdan bir anda bir bağırış duyuldu.

“DENİZE ADAM DÜŞTÜ!”

Kaptan Thatch ve Tobin iç kamaradan fırladılar, kaptan hemen emirler yağdırmaya başlamıştı. Tobin bir anda durup avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.

“KÖPEK BALIKLARI!”

Yüzgeçler denizin üstünde yavaş yavaş görünmeye başlamışlardı. Borvenas gözüne bir köpek balığını kestirdikten sonra hızla ve ustaca geminin ana  direğindeki halatların yardımıyla tırmandı. Kendisini yavaşça sarkıtarak nişan aldı ve tam isabet! Yine de bu, köpek balıklarını durdurmaya yetmedi. Mürettebat telaşlı bir şekilde düşen arkadaşlarını kurtarmaya çalışırken arkada hala bira içen sarhoşlar kendilerine yeni geliyorlardı. Zen yardım etmek için bir çözüm arıyordu ki Drualnay’ın ayaklarının altındaki zıpkınları fark etti. Hızla bir tanesini kaptı ilk bulduğu halatı ona bağlayarak köpek balığına fırlattı. Zıpkın sertçe köpek balığına saplanmıştı.

“Çekin sizi uyuşuklar!”

Kaptan Thatch kim olduğunu ayırt etmeden herkesi Zen’e yönlendiriyordu. Mürettebatlar, Zen, Tobin herkes ipe sertçe asılmış, tüm kuvvetleriyle ipi çekiyorlardı. Köpek balığı bir süre sonra çırpınmayı kesti ve kaderine razı oldu. O sırada diğer köpek balıkları ilgilerini kaybetmiş. Sudaki denizci ise atılan ipi titremesine rağmen tutunarak gemiye çıkabilmişti.

Kaptan denizciyi azarlaya dursun herkes eski haline dönmüştü. Gerçi bu sefer herkes bir şeyler içiyor, muhabbet ediyor ya da avazları çıktığı kadar gülüyorlardı. Gün ağrırken herkes rahatlamış ve uyumaya hazırlanırken Zen kaptanla ne yapacaklarıyla ilgili konuşmak için sakin bir yere geçmeyi teklif etti. Kaptan onu kamarasına davet etti.  İçeride bir sürü kapalı dolap, tam ortada büyücek bir masa, odanın köşesinde ise aşağıya inen bir merdiven vardı. Zen’in dikkatini bunlardan çok duvara özenerek konulmuş olan balık iskeletleri çekti. Kaptan Zen’in onlara olan ilgisini çok geçmeden fark etmişti.

“Gel, avlayacağımız şey bu.”

Merdivenlerin ardında Zen’in gördüğü pek de bir korsana yakışırdı. Bir iki tepe altın, bir sürü değerli eşya, içinde sır gibi saklı eşyalara sahip olan sandıklar ve hepsinden daha da göz kamaştırıcı olan neredeyse odanın bir duvarını kaplayan balığın kafa iskeleti. İskeletin çok sivri dişleri, kulaklara benzeyen ve daha tamamen parçalanmamış perdeli yüzgeçleri vardı.

“İşte bunu avlamamız gerekiyor, bize söylenen yere varırsak onu bulacağımıza ve alt edeceğimize eminim.”

“Bu yaratığı neden bu kadar avlamak istiyorsunuz kaptanım? Leydi’den ne isteğiniz olabilir ki?”

Gözleri yaşlansa da kaptan ciddi bir şekilde cevap verdi.

“Onları son bir kez bile olsa görmek istiyorum. Bedeli ne olursa olsun.”

Kaptan biraz durup boş boş iskeleti inceledikten sonra kıyafetinin içinden bir şey çıkardı; ince bir işçilikle oyulmuş bir yan flüt.

“Bu benim için çok değerli ama senin almanı istiyorum. Senin gibi birinin elinde daha güvende olacaktır.”

Zen önce biraz şaşırmış olsa da kibarca bu hediyeyi kabul etti ve iyi geceler dileyerek gemide kendine rahat bir yer aradı.

Gün ışıkları denizden gökyüzüne selam verirken Borvenas  uyanmış meraklı  gözlerle ufka bakıyordu. Denizi inceledikten sonra dikkatini ağır zırhlı adama verdi. Axewell yine baltasına yaslanmış Leviathan’a doğru bakıyordu.

“Sen niye bu göreve gelmeyi seçtin ki?”

Merakına yenik düşen elf,  Axewell’in yanına gitmiş ve merakını gidermek için onu soru yağmuruna sokmuştu. Axewell sorular bittikten sonra ona döndü:

“Ne olursa olsun Leydi’nin bana vermesi gereken bir hesap var ve o bunu ödeyecek, o…”

Axewell lafını bitirmeden yukarıdan herkesin beklediği o cümle geldi.

“KARA GÖRÜNDÜ!”

Neredeyse herkes ne olup bittiğini görmek için teknenin güvertesine dağılmıştı, bir kaç kişiden  hayal kırıklığı sesleri gelmesi uzun sürmemişti. Ada bir canavarın barınması gibi söylentilere sahip olmasına rağmen ne o kadar ihtişamlıydı ne de bir çok efsanedeki gibi bereketli bir bitki örtüsüne sahipti. Kaptan yine emirler yağdırmaya başlamış, maceracılarımız için bir kayık ayarlanmıştı.  Sakin bir şekilde adayı inceleyen maceracılarımız çok geçmeden adanın karşı tarafında bir mağara girişi keşfetmişlerdi. Mağara her mağara gibi kasvetli ve sessizdi. Tobin eline aldığı bir meşaleyle  mağara içinde koşuşturmaya başlamıştı.

“Bir şey buldum!”

Tüm ekip ateşin yöneldiği bölgeye bakıyorlardı. Tuhaf büyükçe bir iskelet vardı yanında ise üstünde tuhaf işlemeler olan bir kapak vardı. İşlemede iki melek figürü ellerini ortaya doğru havaya kaldırmıştı. Ellerini  kaldırdıkları yerde ise bir küre vardı. Tobin kimsenin onayını almadan:

“Ben içeri giriyorum.”

Pantolonundaki ceplerden birinden bir iki eşya çıkarttı ve anında kapağı açtı. Yine kimsenin bir şey demesini beklemeden aşağıya koşmaya başladı. Tek bir sorun vardı. Bu geçit ancak bir çocuğun geçebileceği kadar büyüktü.

“Eee, ne yapacağız?”

“Ayrılmasak daha iyi olur bence.”

Bu karara varan ekip zar zor sıkışarak yavaş yavaş  o tünelden ilerlemeye başlamışlardı. Axewell ve Drualnay baltalarını, Zen ve Borvenas yaylarını sürte sürte en sonunda açık bir odaya vardılar. Odanın dairesel bir formu vardı; her birinde özel işlenmiş bir heykel olan dört kolon, odanın tam ortasındaysa mermerden yapılmış üstü boş olan kısa silindirik bir şekil vardı. Tobin elindeki meşaleyi tutmuş etrafı inceliyordu ki o meşalenin uyabileceği ve bile bile bırakılmış bir delik gördü. Meşaleyi hiç düşünmeden ona bıraktı ve bir anda oda aydınlanmaya başladı meşalenin durduğu yerden giden ve tüm odada dolanan bir mekanizma devreye girmişti.

“Tobin!”

Zen odaya girer girmez heyecanlı halflingi görmüş başka bir şey yapmadan onu durdurmak için öne atılmıştı. Çok beklemeden bir sonraki odaya geçtiler.

Odanın başında Tobin gözleri parlamış bir şekilde duruyordu. Oda düz ve geniş bir koridor gibiydi, sıra sıra kolonlar vardı ama asıl göz kamaştıran şey oda boyunca tepe tepe altınların olmasıydı. Grup tam o anda ikiye bölündü bir kısmı kesinlikle bir tuzak var diye silahlarını çekerken diğer kısmı daha önce hiç altın görmemiş gibi ceplerini dolduruyorlardı. O kadar parlak cisimlerin arasında daha ilginç bir şey arayan Tobin’in gözüne diğerlerinden farklı ve daha da parlak bir cisim çarpmıştı. Cisim bir avuca sığacak kadar küçük üstünde anlaşılmayan işaretler olan bir küreydi. Tobin onu eline alır almaz parlamaya başlamıştı.  Heyecanla cismi inceledikten sonra onu ceplerinden birine tıkan Tobin tiksindirici bir kahkahayla irkildi.

“Heh, heh heh! Demek hazinelerimizden almaya geldiniz. Keh hehehe!”

Etrafı yosunlarla kaplıydı. Sivri burnu ve bozuk vücudu yosun karışımının altından belli oluyordu. Elinde üçlü yabası suratında ise çirkin bir gülümseme vardı.

“Siz salaklar bu kutsal yere ayak basarak hata ettiniz buradan çıkamayacaksınız. HEH HEH HEH HE!”

 Bu öykü dizisi, Kule Sakinleri’nde tarafımdan oynatılan uzun soluklu bir FRP macerasının anlatısıdır. 

Birinci bölüm için tıklayınız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir