Taloma’nın Hikayesi

Taloma o sabah gözlerini açtığında Nae’shul ve yüklendiği büyük zorlukları düşündü. Nae’shul Ejderha tanrıydı ve insanlar ona aynı zamanda Ejderhaların Ulu Anası da derdi. Taloma basit bir çiftçiydi. İnsan soyundandı. Kendi tanrısı Wimeo, Nae’shul’dan pek hoşlanmazdı. Ancak aynı soydan geliyorlardı ve kardeş tanrıydılar. Wimeo, Elflerin tanrısı Sovana’nın aksine, kendi soyuna bütün tanrıların yaratımlarını anlatmıştı. Evet, ejderkinlerden hoşlanmıyordu ama onları hor da görmüyordu. Nae’shul’un durumu ise hepten çıkmaz içinde çıkmaz gibiydi. Tanrıların yaratımında en son yaratılan Nae’shul hem diğer kardeşlerine benzemiyor hem de korkunç bir hüzünle, acı içinde kıvranıyordu. Üstelik kardeşlerinin hataya düşmemesi için onları uyarma görevi Nae’shul’a verilmişti. Efsaneye göre Nae’shul her şeyi biliyordu. Geçmiş, şimdi ve gelecek doğduğu anda zihninde varolmuştu. Kanatlarını ilk açtığı andan transa yattığı ana kadar bütün Persephone’da yaşanan her acıyı hissetmiş ve olmuş, olan ve olacak olan her şey için ağlamıştı. Efsaneye göre Nae’shul kardeşlerini uyarmaya çalışmış ve onları yollarından döndürmek de istemişti. Ancak Sovana’nın kıskançlığı, Wimeo’nun hırsı ve Taer’khyl’in açgözlülüğü zihinlerini öylesine kör etmişti ki ne söylediyse ne kadar yakarıp ağladıysa da başarılı olamamıştı. Nae’shul kendi soyuna merhameti, yardımseverliği ve mütevaziliği öğretmişti. Böylece ejderkinler bütün halklardan çok daha onurlu ancak hakir görülen bir halk olmuşlardı.

Taloma çok uzun zaman önce ormanda yaralandığında bir ejderkin büyücüsü sayesinde kurtulmuştu. ejderkin kırılan ve kemiği fırlayan bacağını ufak bir büyüyle hemen iyileştirmiş, ardından da ona sonraki hafta her gün kaynatıp içmesi gereken mor çiçekli bitkiler vermişti. Taloma o gün hayatında ilk ve son defa bir ejderkin gördü. Doğrusu insanların kıtasında yaşadıklarını bile bilmiyordu. Ancak bu olaydan sonra avcılar haftalarca bu ejderkinin ayak izlerini aradılar ancak hiç bir şey bulamadılar. Ejderkin ve Taloma hiç konuşmadılar, Taloma onun sesini zihninde duydu. Sesi bir erkek sesi gibi kalın ama bir kadının sesi gibi yumuşak ve yatıştırıcıydı. Taloma ona teşekkür ettiğinde ejderkin sadece “Nae’shul hatırına”dedi.

Nae’shul, bütün ejderkinlerin içinde yaşıyordu. Taloma bu fikri uzun süredir zihninde evirip çeviriyordu. Bildiği kadarıyla diğer üç tanrı da sonsuz transa geçmiş ve uykudaydılar ama Taloma Wimeo’nun varlığını ruhunda hissetmiyordu. Ulu şövalyeler bu düşündüklerini duysaydı, onu çok ağır bir cezaya çarptırırlardı ama işte, hissettiği buydu. Tanrısı Taloma’yı terketmişti. O gün ormanda ismini bile bilmediği bu nazik ejderkinle karşılaşmamış olsaydı 1 hafta içinde enfeksiyondan ölürdü. Daha kötüsü ağzına bir parça kalın deri tıkayıp bacağını canlı canlı keserlerdi. Bu iyileştirme için insan büyücülerine de başvurabilirdi elbette, ama kimbilir ne isteyeceklerdi karşılığında? Mesela 2 yaşındaki zavallı kızı Nirnia veya 11 yaşındaki oğlu Batum… Kimbilir ne yaparlardı onlara? Belki öldürürlerdi, belki de sakat bırakırlardı. Büyücülerin kulesine alınan çocuklara ne oluyordu, kimse bilmiyordu. Onlardan bir daha haber alınamıyordu çünkü.

Bir süredir belirgin bir sebebi olmamasına rağmen çok kabus görüyor ve hiç dinlememiş gibi uyanıyordu Taloma. Aslında uykusu bir çok köylüden çok daha uzundu. Gece gelmeden az önce uyuyor ve alacakaranlıkta uyanıyordu. Başını sağa çevirip kocası Amlereth’e baktı. Kocası hala derin bir uykudaydı. Alışkanlığı olduğu üzere, Taloma’nın her sabah demlediği çayın kokusu yatak odasını sarmadan gözlerini açmazdı. Nirnia ve Batum uyanmış olmalıydılar. Batum bu sezon serada çalışmaya başlamış ve bundan çok hoşlanmıştı.

Taloma, içindeki kedere rağmen kendini yataktan dışarı çıkarmayı başardı. Yere uzanan bacağı tahtaya dokunur dokunmaz sızlayınca ayağı dikene değmiş gibi çekti hemen. Sonra tekrar yavaşça yere bıraktı. Kırılan bacağı zaman zaman böyle acıyordu, ama pek umursamıyordu Taloma. Yavaşça yataktan kalkıp giyindi. Zihni hala Nae’shul’daydı. Kıtaların ayrılmasından önceki korkunç savaşı düşündü. Savaş önce elfler ve insanlar arasında başlamıştı, ancak sonrasında cüceler ve ejderkinler de dahil olmuştu. Elfler kendi ırklarından başka hiç bir ırktan hoşlanmaz ve onları hor görürlerdi. Ama cüceler daha hoşgörülüydüler. Savaş Nae’shul’un kıymetli gözyaşlarından yapılan mücevherler için başlamıştı. Her tanrının kendine ait bir zamanı vardı ve bu zaman dolduğunda mücevherler sıradaki tanrının ırkına geçiyordu. Bunlar kutsal emanetlerdi ve dikkatle korunmaları gerekiyordu. Ejderkinler ve insanların soyundan olan büyücüler her 15 yılda bir olan ve Büyük Güneş Düğümü adı verilen bir gezegen deviniminde doğan çocuklardan seçiliyordu. Bu çocukların hepsi büyülü güçlere sahip olur, ancak iki veya üç tanesi zihinsel olarak normal olurdu. Bu şanslı çocuklardan ergenliğe girip de büyü yapabildiğini kanıtlayanlar ailelerinden alınır ve büyücülerle yaşamaları için götürülürlerdi. Uzun yıllar süren eğitimlere ve deneylere tabii olurlardı. En azından insanlarda böyleydi.

Taloma basit bir köylüydü. Ejderkinler ve adetleri ile ilgili çok bilgiye sahip değildi. Nae’shul’un göz yaşlarından yapılan bu mücevherlerden her biri seçilen ve başarılı olan büyücülerle verilirdi. Tarihi kayıtlara göre ilk gelenlerden olan ve dönüşümünü tamamlamış olan Kudretli Reiyla, güçlerini kanıtlamış bir insan büyücüsüne mücevher vermeyi reddetmişti. Reiyla, ejderkinlerin Yedi Kudretli Kraliçe‘sinden ikincisiydi ve her ırkın tarihçisine göre değişen bir sebeple bir insan büyücüye mücevher vermek istememişti. Taloma cücelerin ve ejderkinlerin neye inandığını bilmiyordu. Ancak bir elf gezgininden öğrendiği kadarıyla elfler bu büyücünün ejderkin yavruları üzerinde korkunç deneyler yaptığını düşünüyordu.

Her güneş devrinde olduğu üzere büyük konseyde bir araya gelen krallar ve kraliçeler bu mühim meseleyi enine boyuna tartıştılar. O devrin elf kralı Elauthin Daehice Kraliçe Reiyla’nın bu düşüncesini destekleyerek insan ırkının kibre ve hırsa yenik düşerek ejderkin ırkının yavrularını katledebileceğini ve bundan herhangi bir pişmanlık duymayacağını savunmuştu. Dönemin insan kralı Tralaer Oloric ise ejderkinlerle ters düşmeyi göze alamamış ve bu şaşırtıcı iddia karşısında elflere ticaret kısıtlamaları koymayı seçmişti. Bundan sonrasında kısa bir süre insanlar elflerle ticareti neredeyse durdurmuştu. Yerlerini tespit edebildikleri küçük elf yerleşkelerine baskınlar düzenleyip yağmalamış ve insan şehirlerinde yaşayan elflere zulmetmişlerdi.

Bu noktadan sonra yaşanan olaylar her ırkın tarihçisi tarafından farklı anlatılıyordu. Ancak Taloma savaşın 50 yıl sürdüğünü ve bütün ırkların gerçek bir kıyıma uğradığını biliyordu. Sonrasında çok uzun bir süre bitmeyen bir yağmur yağmış, toprak denizler gibi kabarmış ve dört parçaya ayrılarak Persephone’da birliğin sonunu getirmişti. Artık her ırk kendi kıtasında yaşıyordu ve barış vardı. Bu olayların üstünden neredeyse 200 yıl geçmişti ve o günden beridir tanrılar transtaydılar. Taloma ise uzun zamandır kendi tanrısının gücünü içinde hissetmiyordu.

Taloma otuzlu yaşlarının ortasında orta halli bir çiftçi kadındı. Kocası ve çocuklarıyla havuç ve çilek üretiyordu. Kocası her hafta pazara gider ve ürünlerini satardı. Kışın en iyi havuçlar yazın ise çok tatlı çilekler… Taloma küçük ve satışa uygun olmayan çileklerden tartlar ve pastalar yapardı, onları da zaman zaman satışa sunarlardı.

Taloma yatak odasından çıkıp evin diğer odasına yönlendi ve sobayı yakıp yakmamak konusunda kararsız olduğunu fark etti. Yerdeki bir hayvan postunun tüylerini taramakta olan güzel kızının ellerini tuttu; biraz soğuktular. Nirnia güneş gibi yüzünü Taloma’ya doğru döndürüp gülümsedi ve Taloma sobayı yakması gerektiğine oracıkta inandı.

Sonrasında çayı hazırladı ve kahvaltıyı ufak yer masasının üzerine kurdu. Masada biraz peynir, Batum’un yarım saat önce sağdığı ılık keçi sütü, tandır ekmeği ve çilekli kek vardı. Amlereth bugün tarlada yapması gereken işler konusunda Taloma’nın talimatlarını soruyordu. Batum babası gibi çay içmeye çalışıyor, ama tadını çok acı bulduğu için her yudumdan önce koca bir parça keki ağzına tıkıyordu. Nirnia minik elleriyle süt dolu ahşap bardağı dökmeden kaldırmaya çalışırken olanlar oldu.

Kapı kırılırken Taloma ani bir refleksle Nirnia’yı kucağına bastırıp elleriyle çocuğun başını örttü. Amlereth ise Batum’u arkasına saklarken sofranın yanında duran süpürgeyi eline aldı. Gelenler uzun boylu ve solgun yüzlü kimselerdi. Hangi ırktan oldukları seçilmiyordu, çünkü üzerlerinde lacivert renkte kadife uzun cübbeler vardı. Başlıkları kimliklerini saklayacak şekilde örtülmüştü. Herkes aynı anda zihninde ince bir erkek sesi duydu: “Ejderkin nerede?”

Taloma sadece bir saniye için Nirnia’nın kollarından koparılıp pencereye doğru fırlatıldığını görebildi. Bir an sonrasında ayakları yerden kesilmiş ve bedeni arkasındaki ahşap duvara dayanmıştı, boğuluyordu. Boynunda bir el varmış gibi hissediyordu ve gözyaşları içinde görebildiği tek şey lacivert cüppelilerden birinin beyaz sıska elinin kendi yüzüne doğru uzatılmış olduğuydu.

Amlereth Nirnia’nın bedeni yere düşerken Batum’u kardeşine doğru fırlatmış ve elindeki süpürge sopasıyla kolunu Taloma’ya doğru uzatmış olan büyücünün koluna vurmuştu. Sopa büyücünün kolunda ikiye ayrıldı, ama büyücünün kolu bir santim bile oynamadı. Yanındaki diğer iki büyücüyü o anda fark etti Amlereth ve kırılan sopanın kırık ucuyla arkada duran büyücüye saldırdı. Büyücünün karnı olduğunu düşündüğü alana hırsla hamle yaptı. Ancak çabaları nafileydi. Büyücü sopayı son anda tuttu ve diğer elinin avuç içini Amlereth’e doğru yükseltti. Amlereth evin mutfak olarak kullanılan kısmına doğru uçtu ve başını metal ocağa çarparak oracıkta öldü.

Taloma kocasının mutfağa doğru uçtuğunu güçlükle ayırt edebildi. Nefessizlikten bayılmak üzereydi. Hiç bir şeyi net olarak göremiyordu. Lacivert cübbeli büyücülerin arkasından bordo cübbeli bir büyücü daha yaklaşırken boğazındaki baskı biraz hafifledi. Zihnindeki ses bu defa yumuşacık bir kadın sesiydi: “Ejderkin’in nerede olduğunu söylersen çocuklarını kurtarabilirsin”.

Bilmiyorum hanımım“, diye fısıldadı Taloma. Nefesi, kelimeleri söylemesine yetmiyor gibiydi. “Lütfen” diye inledi arkasından. “Lütfen… Bilmiyorum”.

Bordo cübbeli büyücü başını biraz yukarı kaldırınca Taloma korkunç kırmızı gözlerle karşılaştı. İçinde ateş topları olan korkunç kirpiksiz iki göz karanlık başlığın içinden ruhuna bakıyor gibiydi.

Büyücü başını sağa doğru eğdi. Taloma zihninde aynı sesi duydu yine:

Demek, Batum… Ve Nirnia… Hep bir kız çocuğum olmasını istemişimdir. Büyücüler çocuklara ne yaparlar biliyor musun? Kanlarının son damlasına kadar akması için boyunlarını keser. Küvetlerimizin üzerine asarız onları. Böylece sıcak ve düzgün bir banyo yapabiliriz. Ejderkin nerede?

Taloma’nın zihnine çocuklarının görüntüleri doldu. Karanlık ve habis bir mahzende, bacaklarından tavana asılmış, beyaz ve renkli taşlarla süslü bir küvetin üzerine baş aşağı sarkıtılmışlardı. Boyunlarındaki derin yarıktan oluk oluk kan akıyordu ve zavallı Nirnia bu sabahki gibi gülümsüyordu annesine. Batum’un ağzından ise sadece iki sözcük çıkıyordu: “Ejderkin nerede?”. Ses Batum’un sesi değildi, büyücünün sesiydi. Mahzende yankılanıyor, büyüyor, büyüyordu ses. Dalgalar halinde Taloma’nın bedenine çarpıyordu. Ejderkin’in nerede olduğunu bilmek için canını verebilirdi Taloma. Ama oradaydı. O küf kokan mahzende çocuklarının cesetlerine bakıyordu ve bu tek sorunun cevabını bilmiyordu. Ejderkin neredeydi, Nae’shul hatırına…

Taloma avazı çıktığı kadar bağırmak istedi. Ancak sesi çıkmıyordu. Büyücü kadın, başının kısa bir hamlesiyle Taloma’nın boynunu kırdı. Daha sonra ise yüzünü kaçamayacak kadar korkmuş olan Batum’a çevirdi. Batum, çoktan ölmüş olan Nirnia’yı kucağına almış hıçkırarak ağlıyordu. Büyücü elini kaldırıp avcunu açtı ve Nirnia’nın bedeni bir anda havalanıp büyücüye doğru çekildi. Tek ayağından ters bir şekilde tuttu çocuğun bedenini. Büyücünün elinde sanki bir oyuncak bebek kadar hafif görünüyordu Nirnia. Bordo cübbeli büyücü arkasını dönüp kapıya seyirtti. Batum büyük bir hırsla ayağa kalkıp bağırarak peşlerinden koşmak istedi. Ancak sadece ayağa kalkabildi. Büyücü kadın keskin bir dönüş yaptı ve kapüşonu geriye düştü. Batum büyücünün bembeyaz saçları ve ateş gibi gözleriyle karşılaşınca olduğu yerde donakaldı.

Büyücü Batum’a bakmaktan vazgeçip tekrar kapıya yöneldi ve dudakları arasından kelimeler döküldü.

Yazık, kör talih…”

Batum’un bedeni bir anda tuzla buz olup yerlere dağıldı.

Büyücü, bir oyuncak bebek gibi bacağından tuttuğu Nirnia’yla birlikte evin kapısından çıktı. Başlığını başına geçirdi.

Ejderha aylarının ilk günlerindeydiler ve güneş ışığı onu çok rahatsız ediyordu. Kapıda bekleyen koyu mavi at arabasının kapısı açıldı ve çocukla birlikte içine girip cam kenarına yerleşti. Sonra lacivert cübbeli büyücülerden biri daha arabaya bindi. At arabasının kapısı kapandı ve ön tarafa oturan diğer iki büyücüden biri yürümeleri için atları kamçıladı. Araba yavaş yavaş evden uzaklaşırken içinden küçük bir kızın şarkısı duyuluyordu:

Kızım için bir isim seçelim

Çünkü o gül gibi güzel kokar

Berraktır saçları ırmak gibi

Gözleri güzel,ü maral gibi

Evet, o benim kızım

Ve kaderim…