YK: Derin Sular – Bölüm 1: Altın Bahar

Yelbüken’de daha talihsiz bir toprak var mıdır?

Su Düzlükleri, insanlar ve ejderhalar arasında asırlarca gitti geldi ve bu devinimde nice trajediler ve kahramanlıklar tarihe not düşüldü. Kimi zaman Sargas İmparatorluğu’nun can damarı oldu kimi zaman ejderhaların hüküm bölgesi. Adil Selles öyle bir krallık kurdu, ki adı bin yıl yaşasın, ozanların şarkılarına konu oldu, Yelbüken’de herkes onu tanıdı. Ama hepsi yitip gitti, toprağa karıştı; kül oldu, Eas’ın rüzgarlarıyla dağıldı. Bugün geriye, açgözlülük ve düşmanlıkla birbirine girmiş ve sonra tekrar komşu olarak yaşamaya devam etmek zorunda kalmış devletler ve krallıklar kaldı.

Ama üzerinde yaşanan felaketlere rağmen bolluk ve bereket fışkırdı taştan topraktan. Dünyanın en zengin ormanları Su Düzlükleri’nde büyüdü, öyle ki bölgenin marangozlarının eserleri Yelbüken’in her yanında hayranlık uyandırdı. Virihan Krallığı’nda çıkan altınlar bütün diyarı zenginliğe boğdu; değerli taşlardan mücevherciler öyle takılar yarattı ki krallar ve kraliçeler ihtirasla onlara sahip olmak için birbirleriyle yarıştı. Bereketli ovaları, dört bir yandan insanı doyurdu, insanlığa ve diğerlerine hiç tatmadıkları lezzetleri ilk sunan yer oldu.

Ama işte tüm bu zenginlik talihin trajedisinin gölgesinde kaldı.

Tüm bu hikayeler içinde herkesi en çok ağlatan da Selles Koyu’nda yaşananlar oldu. Adil Selles’in kurduğu adil ve görkemli ülke saatler içinde ejderha alevleriyle yok edildi. Tüm o muazzam krallıktan geriye yıkıntılar kaldı. Oradan kaçan insanların son çıkış yeri, eski adıyla Turomer Kasabası oldu. Gemilerle kaçmaya çalışan insanlar ejderha mezaliminden yine de kurtulamadı, gemileri içindekilerle birlikte koyun dibini boyladı. Bugün Turomer Kasabası’nı herkes Sonçıkış olarak bilir. Tatsız bir hatıranın son şakası olarak…

Selles Koyu da kimselerin uğramadığı, insanların felaketten korktuğu bir liman olarak kaldı. Gemiler “acaba bir ejderha saldırır mı” ya da “katliamda ölenler denizden çıkıp intikam alır mı” korkusuyla uğramaz oldu. Aradan onlarca yıl geçti, herkes ve her şey hikaye oldu. Kasabada yaşayan az sayıda kişi haricinde Yelbüken, bugün Serkeş Koy olarak yanlış adlandırılan yeri unutmuş oldu.

296 yılında bir grup Papaya rahibi ve paralı asker Virihan Krallığı’nın yüz yıldan uzun süre önce çıkardığı altınları yeniden bulmak için Sonçıkış Kasabası’na geri döndü. Ne bir ejderha saldırdı ne de ölüler dirildi. Aksine birkaç yıl içinde Yelbüken’in dört bir yanından daha çok kişi altın çıkarmak için buraya geldi. Adalar altın arayıcılarının hırslı ve açgözlü kazmalarının ve eleklerinin rahatsızlığıyla doldu. Sonçıkış, yeniden toplanmaya başlanan altınla bir anda kalabalık, karışık ama zenginlik yaratan yerlere özgü neşeli bir yer oldu.

298 yılı baharının başında artık canlı ve organize olmaya daha yakın bir yerdi ve hiçbir talihsizlik hiçbir zaman Sonçıkış’a uğramamış gibiydi. Daha fazla altın daha fazla insan tarafından çıkarılıyordu. Papaya Tapınağı ve mevcut yönetim; baharı, bereketi ve bolluğu kucaklayan dini festivali yapmak için hazırlanıyordu. Herkesin nefes almadan çalıştığı bu yerde kısa süreli bir mola, kısa süreli bir keyif çatma dönemi olacaktı. Zaten herkes, geleceğin parlak olduğundan emindi. Çıkacak daha çok altın, kazanılacak daha çok para kesindi. Şüphesiz çok zengin bir mevsim olacaktı; hatta insanlar isim bile takmıştı; altın bahar yaklaşıyordu.