Bugün size biraz yakınmayla, biraz iddialı fikirlerimle ve kesinlikle taraflı bir şekilde sevdiğim bir karakteri objektif olarak anlatmaya çalıştığım yazımla geliyorum.
Fantastik edebiyat dediğimizde çoğumuzun aklında belirli isimler ve onların evrenleri canlanır: Tolkien’in Orta Dünya’sı, George R. R. Martin’in Westeros’u gibi. Ancak türün tarihine baktığımızda hem kahraman algısını hem de ahlaki çatışmalara yaklaşımı derinden etkileyen, fakat gölgede kalmış bir eser daha bulunur: Michael Moorcock’un kederli kaderiyle önümüze sunduğu Melnibonéli Elric.
1961 yılında edebiyat sahnesine adım atan Elric yıllarca gördüğümüz o kusursuz, güçlü kahraman figürünün tam zıttı olarak karşımıza çıkmıştır. Fiziksel olarak zayıf, albinizm nedeniyle türünden sıyrılıp ayrışmış bir imparator, gücünü yalnızca büyüler ve ilaçlar sayesinde koruyabilen, halkından kopuk bir “kahraman“. Kahraman diyorum, ama Elric’in iyilik adına attığı her adımın ardından bir trajedi kovaladı tüm hikayeleri boyunca. Anti-kahraman trendinin ilk öncülerinden biridir Elric; Moorcock’un elinden bir anti-Conan. Büyük bir Büyücü-İmparator olmasına rağmen bu gücünü kullanmakta içsel ahlaki çatışmaları önüne engel koyar; gerçekten ilahi bir seviyeye ulaşmasını sağlayan tek şey bile lanetli bir kılıç olan Fırtına Yaratan’dır (Stormbringer) -yanından ayıramadığı, doyumsuz ruh emme arzusuyla sevdiklerini bile elinden alan, zaferin bile acı getirdiği bir yazgı.
Bu anlattıklarım size tanıdık geliyorsa, bazı isimleri hatırlatıyorsa çok normal. Bugün Sapkowski’nin Rivialı Geralt’ı, Abercrombie’nin Logen Ninefingers’ı, Unutulmuş Diyarlar’ın Drizzt Do’Urden’i, Ejderha Mızrağı’nın Raistlin Majere’si, Westeros’un Targaryenleri (liste uzar da gider) – belki iddialı olacak ama aslında hepsinin kökeni Elric ile başlamıştır. Bunu duyduğunda elbette tepki gösterecek, bu karakterleri değerli bulan ve onların orijinalliğinin Elric gibi “başarısız” sayılabilecek bir seriye bağlanmasına itiraz edecek insanlar olacaktır. (Başarısız olduklarını söylemek istemiyorum ama objektif yaklaşmaya çalışıyorum. Popülarite savaşında kaybetmiştir Elric.) Ancak şu gerçek değiştirilemez: Moorcock, gri tonlarda gezen protagonistlerin ilk adımlarını atmıştır; günümüz nihilist, ahlaki açıdan belirsiz kahramanlarının yapı taşlarını döşemiştir.
Bu noktada, günümüzde giderek popülerleşen grimdark fantezi edebiyatına da değinmek gerek. Moorcock’un açtığı bu yol Joe Abercrombie, Mark Lawrence gibi yazarlarla birlikte gelişerek umutsuzluk, ahlaki belirsizlik ve kişisel trajedilerle örülü grimdark türünü beslemiştir. Artık pek çok fantastik roman, salt iyi ve kötü arasındaki savaşlardan ziyade kişisel zaafların, muğlak karakterlerin ve acı dolu seçimlerin önplanda olduğu karanlık dünyaları konu alıyor. İşte bu türün köklerinde de Elric ve Moorcock’un eserleri yatıyor. Bugün grimdark türünün zirvesine yerleşen eserlerin çoğu farkında olsak da olmasak da Melnibonéli Elric’in gölgesinde yazıldı.
Peki, bunca etkisine rağmen Elric neden popüler edebiyat sahnesinde hak ettiği yeri bulamadı? Neden Ak Kurt Geralt’ı biliyoruz da Ak Kurt Elric’i hiç duymuyoruz? Nerede filmler, animasyonlar, oyunlar? 64 yıllık hâlâ sadece niş (niche) kitlesine hitap eden sessiz bir akım. Çizgi romanları bile sükse yapmış durumda değil.
Bunun cevabı aslında basit: Zaman. 1960-1970’lerde fantastik edebiyat okurları arasında Tolkien etkisi hakimdi. Elric’in karamsar, nihilist, trajedi yüklü anlatısı umut dolu epik maceralara alışık olan ve bunu arayan kitlenin ilgisini çekmekte zorlandı. Moorcock da bu konuda okuyucuya hiç kolaylık sağlamadı açıkçası. Romanların yayınlanma sırası kaotikti, kronolojik değildi. Bu da o zamanlarda bu evrene adım atmaya çalışan okuyucuların işini, Moorcock’un bu huyu nedeniyle, epey zorlaşmıştı. Ve o dönemin insanları için Elric çok niş bir karakterdi. Moorcock okuyucuların kendilerini kolayca içine yerleştirebileceği bir çerçeve sunamadı. (Böyle bir amacı da yoktu bence, o yüzden bunu bir başarısızlık olarak görmeyi doğru bulmuyorum, ama yine de bu bir gerçek.) Zayıf, kederli, sevdiklerine zarar veren ve içsel çatışmalarla boğuşan bir karakter o dönemin gücün ve zaferin kutsandığı anlatılarına alışık okuyucular için rahatsız ediciydi. Bir de Moorcock, paralel evrenlerini, dünyalarını birleştiren hikayelerini bu karmaşanın içine ekleyince tam bir çorba oldu.
Üstelik Moorcock’un dili de kolay değil. Üslubu soyut, derin ve zaman zaman karmaşık betimlemelere yönelen bir yazar. Empati yapması zor bir karakteri al, üstüne bu üslubu koy… Okuması zor, çevirmesi daha da zor. Bazı kitaplarını bir haftasonu süresinde yazıp bitirdiği söyleniyor; artık nasıl bir ruh haliyle kalemi eline aldıysa… (70’lerdeki sosyal ve politik dalgalar kesinlikle onu derinden etkilemiş. Kitaplarda dönemin uyuşturucu, cinsellik ve ahlaki muğlaklık atmosferini hissetmek mümkün.)
Tüm bunlara ek olarak, Moorcock’un eserlerinin Warhammer ve Dungeons & Dragons (D&D) gibi devasa fantastik evrenleri de etkilediğini söylemek mümkün, hatta yeni-dünya büyü akımını bile -bunu da savunurum. (Mesela, Elric’in dünyasındaki büyük üç güçten biri olan Kaos’un sembolü sekiz uçlu bir yıldızdır; radyal şekilde düzenlenmiş 8 ok. Bu o kadar güçlü bir sembolizme dönüşmüştür ki hem Warhammer, hem D&D, hem de gerçek dünyada yeni-dalga “büyü” tarikatları bile özümseyip gerçekten Kaos’un Sembolü olarak kullanmaya başlamışlardır. Moorcock bile bu özümsemeyi şaşırtıcı bulmuştur ki bu konuda şöyle der:
“Ben basit bir coğrafi dört yön çizmiştim (ki yaygınca bunun için oklar kullanılır!) – Kuzey, Güney, Doğu, Batı – sonra buna dört yön daha ekledim ve işte o kadar – tüm olasılıkları temsil eden sekiz ok, ve düzenin (Law) tek, kesin yolunu temsil eden bir ok. İnsanlar ise şimdi bana gelip bunun kadim bir Kaos sembolü olduğunu söylüyor.” 1)
Özellikle D&D‘nin ilk dönemlerinde iyilik ve kötülük mücadelesinden çok, düzen ve kaos çatışmasının önplanda olduğunu görebiliriz. Bu da doğrudan Moorcock’un kaos ve düzen güçleri arasındaki çatışmaya dayalı eserlerinden esinlenmiştir. Ancak zamanla D&D de popüler beklentilere uyum sağladı ve iyilik-kötülük ikiliğine geri döndü. Bu değişimi pek sevmiyorum, ama demek ki geniş kitleler bunu tercih ediyor. Warhammer ise hâlâ kaos ve düzen çatışmasını kısmen yaşatıyor, ancak yeni nesil yazarlarla orada da bu felsefi derinliğin yavaş yavaş kaybolduğunu görüyoruz. Neyse ki hâlâ yavaş yavaş…
Sonuç olarak, Moorcock’un eserleri zorlayıcı ve alışılmış kalıpların dışında olduğundan onu ilham alan yazarlar daha erişilebilir karakterler ve hikâyeler yarattı. Bu isimler – Geralt, Drizzt, hatta Daemon Targaryen – okuyucuya daha kolay ulaştı ve daha popüler hale geldi. Elric ise hem anlatısının kasvetli doğası hem de Moorcock’un üslup tercihleri nedeniyle geri planda kaldı. Sinema ya da oyun gibi görsel ve/veya fiziksel uyarlaması da zor olduğundan popüler kültürdeki yerini daha da kaybetti.
Ama benim için Elric hâlâ benzersiz. Ne Geralt ne Daemon Elric’in yerini tutabilir. Moorcock’un yazım tarzından zaman zaman yakınsam da Elric benim ilk ve tek White Wolf’um. Belki sizin için de öyle olur, belki olmaz. Ama umarım bu anlattıklarım sizde en azından biraz merak uyandırmıştır. Moorcock 85 yaşında bir müzisyen, şarkı ve kitap yazarı olarak hayatına devam ediyor, Elric’in yarattığı yankılar da uzun bir süre daha yaşayacak. İnternette bir video oyunu yapılacağı veya filmi çıkabileceğine dair bilgiler yakın zamanda yayılmış durumda; Runatyr adlı, İsveçli bir oyun stüdyosu naratif haklarını satın alarak bu yola başkoymuş gibi duruyor. (Lütfen…)
Okuyacaksanız ve bu mümkün ise orijinal dilinde okumanızı öneririm. Türkçe çevirilerinin zorluklarını biliyorum ve çevirmenlerin emeğine saygım sonsuz, ama yine de asıl dilindeki o farklı havayı tatmanızı tavsiye ederim. Hatta bence hem İngilizce, hem Türkçe okuyun…
- Rhys, Dani (2022-11-20). “Chaos Star – What Does It Mean and Where Did It Originate?”. Symbol Sage. Retrieved 2025-09-02. ↩︎