YK: Dünyanın Sonu – Bölüm 4: Ölü Canlar

“Daha ne kadar burada bekleyeceğiz?”

“Bilmiyorum, o yağmur kesilmeden dışarıya bir adım dahi atmam. Nedir bu çektiğimiz? Doğru düzgün yemek yok, dinlenme yo-

“Tamam kes sızlanmayı be”

Adamlardan birisi sığındıkları mağaranın dışına doğru baktı. Hala hafif çiseliyordu kıvamlı, kırmızı yağmur damlaları. Haftalardır doğru düzgün temizlenmemiş, berduş görünümündeki adam yüzünü tiksintiyle ekşitti. Kuşağında duran hançerin kabzasını tutup sıktı, sonra içeri geri döndü. Öbür adamın yüzüne bakmadan tekrar ateşin başına oturdu. Girişe yakın yakılmış kamp ateşinin dumanı hava akımıyla beraber ince ince dışarı süzülüyordu. Mağaranın içinde adamlarla duran katır hareketsiz bir biçimde bekliyordu.

“Şu lanet işi bitirip bir an önce buradan defolup gidelim. Eas bizi lanetlemeden önce.”

“Gökyüzünden kan yağıyor işte daha ne kadar lanetleyecek bizi, gerizekalı!” diye cevap verdi diğer asker. Üzerinde solmuş bir üniforma taşıyordu, bir darbe daha alırsa darmadağın olacakmış gibi duruyordu deri zırhı. Kel kafası ateşin ışıklarıyla parladı.

Yere çökmüş olan öfkeyle suratını kaldırdı ama bir şey söylemedi. Kavga istemiyordu daha fazla, bela istemiyordu. Ellerini ısıtmaya koyuldu, bir süre sonra kel asker dışarıyı kolaçan etmeye karar verdi. Bu sefer Papaya yüzünü gösterdi, yağmur dinmişti. Katırın açlıktan midesi guruldadı.

“Hadi gel bitirelim şu işi” diye bağırdı. İçerideki adam isteksizdi. Tekrar seslendi.

“Şu kan biraz kurusun, hemen dokunmak istemiyorum” dedi.

“Tekrar başlamadan gel işte” diye bağırdı kel asker ancak cevabını beklemeden kendini dışarı attı. Yağmur başlamadan önce açmaya başladıkları çukurun başına gitti. Burada daha önce de çukurlar açmışlardı. Çukur açmak bu aralar rutindi.

Yeşil Tarion’a küfür etti, Anmas’a küfür etti. Sonra küreği eline alıp kazmaya başladıkları çukuru büyütmeye devam etti. Toprak kanla ıslanmış ve kırmızı bir renk almıştı. Tiksinerek çukurun dışına attı toprağı. Yanda duran arabayı dolduran cesetlerin kesif kokusundan kendini korumak için ağzını burnunu sardı.

Bu sırada diğer adam da geldi. “Ishu bizi kabul etmeyecek” dedi. “Günaha alet oluyoruz. O büyücünün emrine girmemeliydik.”

Kel asker cevap vermeden çukuru kazmaya devam etti. Biraz ileride daha önce açtığı, içini cesetlerle doldurup kapattığı bir başka çukur daha vardı. Onun biraz ilerisinde bir başkası daha. Biraz ileride bir tanesi daha… Bundan kaçış yoktu artık, savaşta ölmemesi gerekenler ölünce bedenlerinin saklanmaları gerekirdi. Birileri yağlı urgandan kaçmak için suçlarını örtmeye çalışırdı illa. Onlar da öyle yapıyorlardı. Toplu mezarlar. Masumların istfilenmiş bedenleri. Bir Ishu rahibinin duasını almadan düzensiz gömülmüş zavallı canlar.

“Monos’un hikayesini biliyor musun? Tiranın kurduğu şehirde ölülerin ayaklandığı hikaye.”

Çukuru kazan asker küreği adama doğru fırlattı, “LAN SES SUSMAK BİLMEYECEK MİSİN? KAPA LAN ÇENENİ” diye bağırarak çukurdan çıktı ve öbür askerin üzerine yürüdü. Korkuyla ellerini havaya kaldıran asker “tamam tamam sustum sakin ol” diye geri adım attı. Arkasında duran arabaya sırtını çarptı. Sonra ölü arabasına çarptığını fark edip irkildi ancak arabadan sarkan soğuk, katı, ölü ellerden birisi üniformasından tuttu. Bunun üstüne çığlık atıp tüm gücüyle kendini yere attı ve kendisini tutan elden kurtuldu. Yüzü bembeyaz kesildi.

Kel asker öfkesini yutup kendini yere atan askerin yanına gitti, “sakin ol” dedi. Korkan asker “b- be -beni tuttu” diye ölü arabasını gösterdi. “Saçmalama birinin eli takıldı sadece” diye cevap verdi kel asker. Arabada ölüler hareketsiz ve kaskatı bir biçimde duruyordu, görünürde bir hareket yoktu. Ancak korkak asker nefesini tutmuştu. Kel asker onu rahatlatmak için arabaya yaklaştı ve adamın kendisini tuttuğunu düşündüğü eli işaret etti. “Bu mu tuttu seni?” Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı kel asker. Demin suratını yumruklamak istediği adama şimdi babacan rolü kesiyordu. Hala yerde korkuyla kaskatı kesilmiş duran asker mimik göstermedi.

Kel asker “bak şimdi bu eli tutacağım ve bir şey olmadığını göreceksin” diyerek bir cesaret gösterisi yapmaya karar verdi. Ölü eli tuttu, “bak gördün mü hiçbir -” derken bir anda bağırmaya başladı “bırak beni, BIRAK BENİ!”

Yerdeki adam iyice kendini küçülttü. Kel adam dehşet içinde “Eas affet beni!” diye kendisini tutan elden kurtulmaya çalışıyordu-

-ki kahkahayı koy verdi. “Seni kandırdım! Bunlar aşırı ölü. Dirilecekleri falan yok. Şu küreği al ve kazmaya devam et!”

Korku içerisindeki asker bir süre daha öyle kaldı. Sonra yerden kalkıp kendini topladı ve kazı işinin geri kalanını kendisi yaptı.

O gün bir daha hiç konuşmadı. Bir daha hiçbir zaman konuşmayacak canları çukura istifleyip üzerlerini toprakla kapayıp terk ettiler. Gece yarısı toprak dondu.

Kış başladı.