Tüm Fikirlerin Saklandığı Yer

Kara bir buluttan kendini yeryüzüne doğru bırakmış bir yağmur damlasının, milyonlarca kardeşinin arasından hiç farkedilmeden geçip asfalta çarpıp yok olmasında, dramatik bir yan buldu, Âdem Bey. Ancak bunun tam olarak hangi sebepten kaynaklandığını çıkaramadı. Yaratılışında biraz melankoli olabilirdi ama bunu itiraz etmeye değer buldu. Çünkü melankoli, insan aklının bu denli yüceltildiği bir çağda ilkel bir tümördü.

118.kattaki odasından izliyordu şehri; çelik ve cam, betonla kardeşlik kurup ilmek ilmek kaslarını ve damarlarını oluşturmuştu bu kutsal canavarın. Altındip, yirmi beş milyondan fazla insanı damarlarında dolaştırıyor ve onların acıları ve neşeleriyle kimi zaman zehirleniyor kimi zaman da besleniyordu. Şehrin gözleri ve kulakları olan kameralar, mikrofonlar ve duyu sensörleri her saniye her şeyi takip ediyor ve topladıklarını hiç durmadan Merkez Kule’de bulunan Ana Bilgisayar’a gönderiyordu. Merkez Kule, şehrin beyniydi. Altındip siluetinin imzası, kilometrelerce uzaktan görülebilecek bir yapı; insana güven verdiği ölçüde tehdit eden bir kurtarıcı. Şehrin en kuytuda kalmış kenar mahallesinden en zengin bulvarlarına kadar her yerden her saniye gelen sonsuz büyüklükteki bilgi, göğü delen kulesinde  Ana Bilgisayar sayesinde işlenip kullanılabilir hale geliyordu. Toplanan bilgiyle her vatandaşın karakter analizleri hemen aynı binada bulunan profil yapılandırıcılara ulaşıyordu. Eğer bir vatandaş normalden biraz farklı bir profil çizerse, otomatik olarak yapılandırıcılardan biriyle bir buluşma daveti alıyordu.

Âdem Bey şehir için kafasında yarattığı canavar metaforunda şehre ait her sistemi bulabiliyordu hatta boşaltım sistemini bile yer altında dolaşan üç katlı kanalizasyon sistemiyle betimledi.

Ancak bir türlü bir kalp bulamadı.

Âdem Bey, “Fikirsökücü” denen devasa makinenin gündüz vardiyası operatörüydü. Merkez Kule’nin bu katı, makine için atölyeye çevrilmişti. Şehrin manzarasını izlemek için en güzel yerlerden biriydi. Âdem Bey, normalde mesai saatleri içerisinde camdan dışarı bakacak boş zamanı bulamazdı ama bugün öğleden sonra iki için ajandasını boş bırakması idare tarafından istenmişti. Bazen profil yapılandırıcılar, bir yurttaşın öğlen yemeğinden sonra rehavete kapılmışken kendi hayal dünyasında kurduğu biraz aykırı bir fikri, gelecek için fazla tehlikeli bulabiliyorlardı. Böyle durumlarda bürokrasi için inanılmaz sayılabilecek bir hızla mahkemeden fikirsökümü işlemi için karar çıkartıyorlardı. Böylece yurttaşlar Âdem Bey’în huzuruna geliyorlar ve panik içerisinde devletle işbirliği yaparak zararlı fikirlerinden kurtulup huzurla evlerine dönüyorlardı.

Gerçi genelde yurttaşlar canlarını sıkan veya geleneksel çizginin biraz dışında –demode deyişle marjinal- buldukları bir fikri kaza sonucu akıllarından geçirdiklerinde hemen Âdem Bey’den randevu alırlardı. Böylece bürokrasinin hantallığıyla uğraşmadan kendilerini eski rutinlerine döndürüp bir fikrin insanın omuzlarına bindirdiği ağır yükten kurtulurlardı.

Ne yazık ki; Âdem Bey fikirsökümü işlemi yapmadan önce fikrin tüm ayrıntılarını bilmek zorundaydı. İcra ettiği mesleğin yıpratıcı yanı buydu. Ne korkunç fikirler duymuştu; detaylı cinayet planları, envai çeşit sapkın cinsel fanteziler, terörist hayaller, komplo teorileri ve benzeri binlerce garip zihin artığı. Bunların hepsini dinler, notlarını alır ve Fikirsökücü’de gerekli ayarları yaparak bu günahkar zihinleri tekrar kutsardı. Eskiden insanların inandığı Hristiyanlık dininde papazların buna benzer bir görevleri varmış. Hatta adı günah çıkarma veya günah silme gibi bir şeymiş…

Tüm bunların yanında bazı parlak fikirlerin de Âdem Bey’in önüne düştüğü olurdu. Mesela, mahremiyet duygusunun aslında insanın korunması gereken temel haklarından biri olması fikri gibi… Veya zor kullanma gücünün sadece devlette olmasının meşruluğunun sorgulanması fikri gibi. Ama en sık önüne düşen zararlı fikirlerden biri insanların gelir düzeyinin Altındip Şehri’nde gittikçe azalmasının suçlusunun devlet ve onu finanse edenler olması fikriydi. Tüm bunlar, Âdem Bey tarafından makine sayesinde yurttaşların kafalarından alınır ve makinenin dijital depolama biriminde hapsedilirdi. Sadece üç yıl süre için. Garip bir bürokratik refleksle yapılan işlemin kayıtları ve içeriği üç yıl boyunca saklanırdı. Âdem Bey, inançsız biri olduğu halde dijital depolama birimine mitolojiden aldığı ilhamla Pandora’nın Kutusu adını takmıştı. Her zararlı fikir Pandora’nın Kutusu’na kapatılırdı. Ta ki silinip yok edilene kadar.  

Fikirler dijital depolama biriminden silinirdi ancak Âdem Bey’in zihninden silinmezlerdi. Operatörler ara sıra birbirlerine fikirsökümü işlemi yaparlardı ama fikirlerin sökülmesi için operatörün detayları bilmesi gerekliliği yüzünden pek etkili bir yöntem değildi bu. Sonuçta birbirlerine anlattıkları zararlı fikirler sadece bir kafadan diğerine aktarılıyordu. Bu yüzden kendi rasyonel düşünce yapılarını korumak için farklı yöntemler geliştirmişlerdi. Zihinlerini tam kapasiteyle meşgul edecek yeni uğraşlar ediniyorlardı.

Örneğin Âdem Bey şu sıralar kendini saat yapımcılığı işine vermişti. Dikkatinin tümünü kullanması ve aklen yoğunlaşması gereken bir hobiydi bu. Gerekli malzemeleri bir süre önce sipariş etmişti ve dün akşam kargosu eline ulaşmıştı. Şimdi profil yapılandırıcıların kendisine getirmekte olduğu yurttaşı beklerken kendine bir fikir aşılamaya karar verdi.

Fikir aşılama işlemi fikirsökümünün tam tersiydi ve üstelik çok daha kolay ve ucuz bir cihazla yapılırdı. Ucunda bir elektrot bulunan şırıngaya benzer on santim boyunda bir cihaz yardımıyla Hiperağ’dan indirilen fikir dosyaları beyne aktarılırdı. Aktarılan fikir, o zihinde üretilmiş gibi mükemmel biçimde kavranırdı. Eskiden insanlar okula gidermiş. Artık fikir aşıları sayesinde eğitim sistemi çok basit bir hal almıştı. Âdem Bey on kredi ödeyerek satın aldığı “saat yapımcılığı” fikirlerini bilgisayardan şırıngaya yükledi ve ardından şırınganın ucundaki elektrodu şakağına dayadı. Bir elektrik akımı bir an gördüğü her şeyin parlamasını yol açtı ve ardından Âdem Bey usta bir saat yapımcısı sayılırdı. Hiperağ’da milyonlarca fikir dosyası vardı. Bunların büyük çoğunluğu bedavaydı ama saçma sapan çerçöpten ibaretlerdi. İşe yarar fikirler ise yüksek ücretlerle  satılıyordu. Bilgi, insanlığın bu çağında bile hala çok değerliydi.  Eskiden bilgi edinmek için kullanılan internet denen ağır ve problemli bilgisayar ağı kendisini hızlı, yetenekli ve çok daha büyük olan Hiperağ’a bırakmıştı.

Fikir parlamasının sonunda Âdem Bey’in algıladığı dünya daha az titreşmeye başlamışken kapı çaldı. Kendini hemen toplayan Âdem Bey şırıngayı bir çekmeceye attı ve iki kanatlı metal kapıyı açtı. Gelenler Baş Yapılandırıcı ve mahkeme kararıyla fikirsökümü işlemine çağrılmış mağdurdu. Gelen kişilere “mağdur” denirdi çünkü bu insanlar kendi ürettikleri fikirler yüzünden kendilerini mağdur etmişlerdi.

Yapılandırıcı, siyah takım elbisesinin içinde kendinden emin ama sıkılmış görünüyordu. Burnu havada bir biçimde Âdem Bey ile tokalaştı. Mağdur ise arkada topladığı uzun kır saçları ve çatık kaşları ile halinden hiç memnun görünmüyordu. Adamlar içeri girdiler. Mağdur, makine dışında oldukça sade döşenmiş odada bulunan alüminyum bir sandalyeye oturdu. Yapılandırıcı’nın oturmaya niyeti yoktu. Hemen sözü aldı;

“Bu beyefendi bazı rahatsız edici fikirleri yüzünden dikkatimizi çekti. Kendisiyle yaptığımız ufak görüşme sonucu aklına gelen kötü bir fikrin ihtirası altında olduğunu farkettik,” dedikten sonra mağdura dönüp sözlerini bitirdi “Mehmet Bey lütfen Âdem Bey’e kafanızdakileri anlatın. Anlatın ve kurtulun.”

Ardından kapıya yöneldi, “Size iyi günler dilerim beyler.” diyerek odadan çıktı.

Duvarda asılı şeffaf küre içerisinde duyu alıcıları hafif hafif parlıyor ve odada bulunan insanların elektrokimyasal yapılarını tarıyordu. Âdem Bey bilgisayardan hafif bir müzik açtı. Rahatsız edici bir fikri açıklarken bilincin arka planda başka bir şeyle meşgul olmasının itiraf kısmında olumlu bir etkiye sahip olduğunu deneyimlerinden öğrenmişti. Ardından bilgisayarda Hiperağ’dan kendisine gönderilmiş profil dosyasına baktı. Yapılandırıcı’yı rahatsız eden şey adamın sekiz farklı potansiyel karakter profiline sahip olmasıydı. Normal insanlar tek bir karakter profili çizer ve çoğunda bu profiller üç aşağı beş yukarı birbirinin aynısıdır. İki farklı profil çizmek rahatsız edicidir ancak sekiz… Sekiz gerçekten oldukça sıradışı bir durumdu.

“Mehmet Bey biraz sohbet edelim. Benim adım Âdem. On yedi yıllık fikirsöküm operatörüyüm. Dosyanızda görüyorum ki oldukça başarılı bir yazılım mühendisisiniz. Fikir dosyaları üreten bir firmada parlak bir kariyeriniz var. Daha önce iki defa daha fikirsöküm işlemi yaptırmışsınız”. Âdem Bey dosyayı okudukça gözleri büyüdü. “Fikir dosyalarının sıkıştırılması projesinin şefiymişsiniz. Siz gerçekten büyük bir dehasınız!”

Fikir dosyalarının sıkıştırılması on yıl önce geliştirilen bir teknolojiydi. Mevcut Hiperağ oldukça hızlıydı ancak fikir dosyalarının daha da sıkıştırılabilir hale gelmesi binlerce farklı insanın  fikirlerinin bir mili saniyeden kısa bir süre içerisinde ağda bulunan herhangi bir noktaya ulaşmasını mümkün kılmıştı. Bu sayede eskiden saatler süren fikirsöküm işlemi de bir dakika içerisinde bitiyordu. Yine de bir fikri sökmek onu iletmekten daha uzun sürüyordu.

Ancak mağdur, Âdem Bey’in kendisine dizdiği övgüleri duymuyor gibiydi. Makineyi inceliyordu. Devasa makine, üç büyük kısımdan oluşuyordu. İlk iki kısım kapalı birer kutu şeklinde tasarlanmıştı. Birinci kısımda yüksek gerilim darbesi üretiliyor ikinci kısımda ise insan vücudundaki sinir uçlarına ulaşacak harici sinir ağı dolaşıyordu. Gerilim darbesi ile hızlandırılan parçacıklar bu yapay sinir ağı üzerinden makinenin üçüncü kısmında yer alan operasyon sandalyesinde oturan kişinin kafasına bağlı elektrotlar yardımıyla beyne ulaşıyor ve düzenleme veya yok etme işlemi gerçekleştiriliyordu.

“Evet Mehmet Bey, lütfen rahat olun istediğiniz zaman anlatmaya başlayabilirsiniz. Sohbetimize hemen operasyonla alacağımız fikrinizden başlamak zorunda değilsiniz. Size yardımcı olmak için buradayım, beni arkadaşınız olarak görmenizi ist–”

“Lütfen kes şu saçmalığı bunu daha önce defalarca dinledim. İlk defa gelmiyorum buraya.”

Âdem Bey mesleğini yaptığı yıllar boyunca alınmamayı öğrenmişti.

“Peki nasıl isterseniz. O zaman başlayalım; bana fikrinizi, ilk aklınızda parladığı andan itibaren anlatın lütfen.”

“Fikirsökücü’yü ilk gördüğüm andan beri kafamın içinde bir yerlerde saklanan bir fikirdi bu. Ama yüzeye çıkması çok zaman aldı. Öyle ki sanırım onu bir babanın çocuğunu sevdiği kadar çok seviyorum…”

“Fikrinizi mi?”

“Evet, günümüzde çok görülmeyen bir hayalgücünün nostaljisi gibi geliyor bana.”

“Bir mühendisin nostaljiden bahsetmesi pek rastladığım bir davranış değil.”

“Neden? Ben de bir insanım. Analitik ve rasyonel düşünce beni geçmişte güzel bir kadınla içilen iki kadeh şarabın sıcaklığını özlemekten alıkoyar mı sanıyorsun?”

Âdem Bey, bir an yağmur damlasını düşündü. Aynı esnada duyu sensörü de bir anlığına daha parlak biçimde yandı.

“Aklımı bir sarmaşık gibi saran fikre dönecek olursak; dosyama göz attığınıza göre biliyorsunuz; fikirsöküm ve fikir aşılama teknolojilerinin günümüzdeki modern hallerine ulaşmasında emeği olan insanlardan biriyim. Bu yüzden işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorum. Bir aklın ürettiği fikrin veya hayalgücünün zahmetsizce alınması, kopyalanması ve paylaşılıp başkalarına aktarılabilmesi mükemmel bir fırsat…

Mehmet duraksayıp umutsuzca iç çekti ve sözlerini sürdürdü, 

“…olabilirdi ancak biz bu fırsatı elimizin tersiyle ittik. Belki Edward Munch’ın veya Kirchner’in  tekniğiyle resim yapmayı fikir aşılama ile bir dakikada öğrenebiliriz ancak onlar gibi hissedemiyoruz. Onlar gibi kendimizi ifade edemiyoruz. Toplumumuzu getirdiğimiz nokta…

Mehmet yine duraksadı ardından devam etti,

“…beni çok memnun etmiyor.”

“İşin doğrusu sanat üretimi konusunda insanlık tarihinin en verimli dönemindeyiz. İnsanlığın birkaç bin yılda ürettiği sadece yazılı eserden daha fazlasını birkaç on yılda ürettik. Bu da hissiyat konusunda düşündüğünüz yarısı kadar bile karamsar olmamamız gerektiğini gösterir bence. Ancak önemli olan bu değil, lütfen diyaloğumuzu teorik bir polemiğe çevirme kabalığını yapmama izin vermeyin. Önemli olan sizi rahatsız eden fikir-”

“Rahatsız olan ben değilim, profil yapılandırıcılar. Sanırım kafamı kurcalayan ihtiras bir yerlerde kocaman kırmızı bir alarm lambasının yanmasına sebep oldu. Mecburen önce yapılandırıcılara ve ardından da buraya bir davet aldım. Benim iyiliğimi benden daha çok düşünen insanlar-”

“Sadece sizin iyiliğiniz değil, herkesin iyiliği burada mevzubahis olan. Toplumun huzuru, huzurlu zihinlere sahip vatandaşlar ile olur.”

“Aklınızla barışın,” diyerek bağırdı Mehmet.

“Evet, aklınızla barışın!”

“Aklınızla barışın!” fikirsökücü birimin sloganıydı. Yaptıkları kamu hizmetinin toplum tarafından doğru bir şekilde tanınması için bulunmuş dahiyane bir propagandaydı. Mehmet tokasını çıkardı ve dağılan saçlarını tek eliyle toplayıp tokayı tekrar taktı. Sonra Fikirsökücü’yü işaret ederek merakla Âdem Bey’e bir soru yöneltti;

“O makinenin çift yönlü çalıştığını biliyorsun değil mi?”

Âdem Bey şaşırdı ancak daha önce düşünmemişti ve cevabı bilmediğini kafasını iki yana sallayarak belirtti. Fikirlerin saklandığını biliyordu ve bunun doğal bir sonucu olarak tekrar kullanılabilir olduklarını da düşünmesi gerekirdi ama düşünmemişti işte. Mehmet Bey aşağılayan bir tonla bir kahkaha patlattı.

“Buna gerçekten inanmıyorum. O makineye gönderdiğin fikirleri herhangi bir kafaya geri yükleyebilirsin.”

“Bu gerçekten çok manasız bir eylem olurdu.”

“Manasız mı? Burada oturmuş insanoğlunun aklına gelen her şeyi dinliyor ve onları kaydediyorsun ama dışarıdaki milyonlarca salaktan bir farkın yok, öyle mi? Lütfen kendini küçümseme. Dinlediğin her şey ruhunu, bir kaya parçasının bir heykele dönüşmesi gibi yontmuş olmalı.”

Âdem Bey saat yapımcılığını düşündü. Mehmet’in heykel alegorisinin haklı olduğunu biliyordu. Yaptığı iş, bazı zamanlar kendisini toplumun filtresi gibi hissettirdiği olurdu. Tüm aykırılıkları süzerdi ancak sonunda pislikle kaplanmış olurdu. Bu odadan çıkan mağdurlar gibi rahatlayamazdı. Bu yüzden çok fazla düşünmemek için saat yapımcılığı veya maket gemiler yapımcılığı gibi uğraşlar edinmişti. Mehmet, Âdem Bey’in gözlerinde bir özeleştiri ışığı yakaladığını anladı ve devam etti;

“Yani aslına bakacak olursan tüm o fikirler senin kafanın da içinde. Oralarda bir yerlerde, bilinçaltının koridorlarında halının altına süpürülmüş duruyorlar. Bence kafanın içinde bir hazine var ama sen farkında değilsin. Biz salakların düşünmesine O’nun izin vermediği her şeyi hayal etmeye, kafanın içinde tartışmaya ve geliştirmeye hakkın var. Bu seni özel biri yapar, çizginin ötesinde yapar,”  diyen Mehmet’in sesi hayal kırıklığını belirten bir tona dönüştü ve sözlerini tamamladı: “Ama sen vardiyalı çalışan bir memur gibi davranmayı sürdürüyorsun.”

Âdem Bey meslek yaşamı boyunca dinlediği sapık fantezileri, korkunç fikirleri, intihar planlarını ve bir yığın başka deli zırvasını anlattı. Bunların insanı özel biri yapmayacağını savundu; aksine rahatsız edici bir insana dönüştürebilme ihtimalleri vardı. Bu yüzden daha önce işi bırakan arkadaşları olmuştu. Ama Mehmet ısrarlıydı.

“Kötülerin yanında o makineye hapsettiğiniz parlak fikirlere ne demeli? Bütün bir toplumun ortasında bir dinamit gibi patlayacak veya güneş gibi doğacak inanılmaz fikirler daha yüzeye çıkamadan orada yok oluyor. Bu gerçekten acımasızlık. Evet Âdem Bey, siz inkar etseniz bile hepsinin tohumu sizin kafanızda duruyor çünkü onları dinlediniz. Bu sizi dediğim gibi özel biri yapar. Buraya gelmeme sebep olan fikir de sizin gibi özel olmak istememdi.”

“Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu Âdem Bey.

“O makinedeki fikir dosyalarının hepsini kafama yüklemeni istiyorum. Bu sadece bir dakikamızı alır. Makine şifresini bilen kişi sensin. Bir dakikada hepsini kafama yüklersin ve kimse bunu bilmez. Böyle bir deney seni de heyecanlandırmıyor mu?”

Âdem Bey dehşete düşmüştü. Bugüne dek dinlediği fikirlerden en aykırı olan denebilirdi. Başını iki yana sallayıp sükunetini korumaya çalışan bir sesle “Gerçekten enteresan bir fikir bu.” diyebildi. Sonra bu fikrin kabul edilemezliğini anlatmayı denedi.

“Burada yaratıcı fikirler bulacağınıza dair boş bir inanca sahipsiniz bence. Ancak tek bulacağınız sınırsız bir kokuşmuşluk olacaktır. Bu toplumu pek çok insandan iyi tanıyorum ve biz, eğer onları rehabilite etmeseydik utanç verici bir yerde yaşıyor olurdunuz.”

“Seri katillerin ve dehaların, devrimcilerin ve köktencilerin bir arada yaşadığı bir dünyayı özlemiyor musun? Hepimiz neden aynı kişiyiz? Toplumdan nefret etme hakkımı geri istiyorum, onu yakıp yıkma fantezilerimi geri istiyorum” dedi Mehmet kötücül bir tonlamayla. Duyu sensörleri uğuldayan bir sesle beyaz beyaz parlıyordu, aynen Mehmet’in heyecanla açılmış gözleri gibi. Sonra kendine geldi ve neredeyse azarlanmış bir çocuk gibi sitem etti.

“Bu yer, senin de içini çürütmüyor mu?”

Âdem Bey makineyi hazırlamaya başladı. Yüksek gerilim kısmını çalıştıran emniyet şalterini açtı ve makineyi başlattı. Makine gittikçe artan bir titreşimle uğuldamaya başladı. Aynı esnada Âdem Bey cevap yetiştirmeye çalışıyordu.

“Bu ülke insanı ekonomik problemler karşısında aklını yitirmiyorsa, türlü kötülüğün, kaosun ve anarşinin batağına saplanmıyorsa bunu biz sağlıyoruz. Hayalini kurduğun toplumun özlenecek bir yanı yok Mehmet Bey.”

“Neden hala normalmiş gibi davranıyorsun? Sen her şeyi dinleyen her şeyi bilensin… Ne kadar uğraşsan da onlar gibi olamazsın… Lanet olsun; tarihin bu anına sonsuza dek saplanmış gibiyiz… Birbirimizle çelişmezsek bu bataklıktan kurtuluş yok!”

Mehmet’in sesi ağlamaklı bir hale gelmişti ama yine de kendisine verilen talimatlara boyun eğdi. Âdem Bey’in işareti ile ayağa kalktı. Herkes boyun eğerdi zaten makinenin karşısında, çünkü azameti odayı doldururdu. Ne de olsa gücünü herkesten alıyor, herkes adına zihin barışı sağlıyordu; yani toplumsal barışı. Konuşması mırıldanmaya dönen Mehmet, makinenin üçüncü bölümünde yer alan sandalyeye oturdu. Elektrotları içeren bir düzenek Mehmet’in başının etrafını sardı. Âdem Bey, önünde durduğu analog kontroller içeren kumanda panosundan fikirsöküm işlemine başlamak için gerekli anahtarları çevirmeye başladı. Yirmi sekiz analog anahtar, makinenin insan beyninin farklı noktalarına müdahale etmesi için ince ayarlara ihtiyaç duyuyordu. Âdem Bey, anahtarları müthiş bir hassaslıkla çevirdi, bu işte yılların deneyimine sahipti. Doğru yapılmamış bir fikirsöküm işleminin artıklarının, aynı fikrin tekrar oluşmasına sebep olduğunu bildiğinden çok dikkatli çalışırdı. Tüm ayarlamaları yaptıktan sonra mağdurun sinir sistemine mikro amperler seviyesinde akım enjekte edecek binlerce voltluk gerilimi uygulamadan hemen önce Mehmet’in bağırdığını duydu.

“Yaşasın tüm çelişkiler!”

*          *          *

Baş Profil Yapılandırıcı mesai saatinin sonuna doğru esnemeye başladı. Öğleden sonra Mehmet’in fikirsöküm işleminin başarılı olduğuna dair raporu almıştı Âdem Bey’den. Genelde sıradan geçen günü için fazla olağandışı bir vakaydı Mehmet’in fikri. Yine de bir problem çıkmadan işlem bitti ve bir vatandaş daha huzurla evine dönüyor olmalıydı. Bazen sıradanlık canını sıksa da arada bir böyle vakaların gelmesi iyi oluyordu; paslanmasını engelliyordu. Bilgisayarını kapatıp çıkmak için hazırlanmaya başladı ve kendini engelleyemeyerek yeniden esnedi. Tam bu esnada akıllı telefonu bir mesajın geldiğini belirten bipleme sesleri çıkarmaya başladı. Gelen mavi kodlu bir mesajdı. Yapılandırıcı bir an şaşkınlıkla koluna saat misali takılı telefonuna bakakaldı. Evet, gerçekten ekranındaki mesaj ışığı mavi mavi yanıp sönüyordu.

Yirmi yıldır ülkede hiçbir yapılandırıcı mavi kodlanmış bir mesaj almamıştı.

Dehşetle mesajı açtı ve bir kez daha şaşırdı. Mesajın öznesi Âdem Bey’di. Şehir bilgisayarı duyu sensörlerinden ve davranış motiflerinden aldığı verileri trilyonlarca transistöründe ışık hızına yakın bir hızla işleyip Âdem Bey’in intihar etmek üzere olan bir karakter profili çizdiğine karar verip bu acil durumu intihara ayrılmış mavi kodlu mesajla Baş Profil Yapılandırıcı’ya iletmişti. Yapılandırıcı gelen mesajdan Âdem Bey’in hala Fikirsökücü’nün yanında olduğu bilgisini de aldı.

Telefonla güvenlik ofisine haber verdi ve onları Âdem Bey’in katına yönlendirdi. Hemen kendi ofisinden çıkıp asansöre bindi ve sırayla 1-1-8 tuşlarına bastı. Dudaklarını kemiren Yapılandırıcı için kısacık yolculuğu bir ömür gibi geçmişti.

*          *         *

Yağmur, yeryüzünde bir şeyleri boğmaya çalışır gibi şiddetli yağıyordu. Âdem Bey terasın kenarında dikilmiş, sırılsıklam olmasına aldırmadan yağmurun tadını çıkarıyordu. Cildine temas eden her yağmur damlasını hissediyor gibiydi, “İnsanlar.” diye düşündü.

“İnsanlar, ben bu yağmur damlalarının her birini nasıl hissediyorsam, onlar da birbirlerini öyle hissetmeliler.”

Şiddetli rüzgar, beyaz önlüğünün kenarlarından akan suları sağa sola savuruyor, bazen önlüğü tamamen çıkarmaya çalışıyor gibi davranıyordu. Kendi kendine tekrar “İnsanlar.” diye düşündü. Bu esnada teras kapısında arkasında iki güvenlik görevlisiyle Yapılandırıcı belirdi. Yüzünde şaşkın bir kızgınlık vardı.

“Ne yapıyorsun burada?”

“Bekliyorum.” dedi Âdem Bey. Ardından metal bir dirseği tutarak korkulukların üzerine çıktı. Şiddetli rüzgarda her an aşağı düşebilirdi. Yapılandırıcı ne yapacağını bilemeden telaşla “DUR!” diye bağırdı. Ama Âdem Bey hiçbir şeyi dikkate almıyor gibiydi. Sonra dönüp “Duyuyor musun?” diye sordu.

“Hayır, bir şey duymuyorum. Lütfen aşağı in. Yaptığın çok tehlikeli ve anlamsız.”

“Dinlemiyorsun bile. Nasıl duyabilirsin ki? Hem anlamsız olan nedir? Ben sadece daha iyi duymaya çalışıyorum. Ama rüzgâr engelliyor beni. Belki aşağıda daha iyi duyabilirim, ne dersin?” diye sorularını çoğalttı Âdem Bey.

Aynı esnada dirseği tuttuğu elini bıraktı. Rüzgâr tüm şiddetiyle uğulduyor ve söylediği şeyleri duyulmaz yapıyordu. Yapılandırıcı ufak adımlarla Âdem Bey’e yaklaştı. Âdem Bey’i beklemediği bir anda yakalayıp yakalamayacağını tartıyordu. Aynı zamanda intihar etme eğilimini bu noktaya vardıran bir adamın bunca yıl nasıl olup da normal bir insan profili çizdiğini merak ediyordu. Ana Bilgisayar’ı aldatmayı başarmıştı, sık sık gördüğü profil yapılandırmacılarını aldatmayı da. Demek ki sistemde bir açık vardı. İki adım daha attı Âdem Bey’e doğru; şimdi aralarında sadece bir adam boyu vardı. Şimdi onu daha iyi duyuyordu.

“Tüm hayatımı mantıklı olduğunu düşündüğüm şekilde yaşadım. Tek yapmam gereken vardiya saatlerine uymak ve çalışkan bir operatör olmaktı. Peki, bu anlamlı mı sence? Lanet olası on yedi yılı aptal bir gökdelende, aptal bir makinenin yanında geçirmek? Ara sıra terfi almak, daha iyi maaşlara çalışmak? Bunlar anlamlı mı? Hayır, kocaman bir hayır! İşte anlamsız olan bu. Yağmur damlalarının her biri aynı hazin hikâyeyi anlatıyor. Cennetten yeryüzüne düşüp yok olmak. Kimse fark etmeden… Şimdi her şeyi daha iyi görüyorum.”

Baş Yapılandırıcı konunun, mesleki bir tatminsizlik sonucu meydana gelen ufak bir sinir krizi olduğunu düşündü. ‘Aşağılık herif’ diye geçirdi içinden. ‘Tüm hikaye kariyer meselesiymiş. Seni oradan indirdiğimde bir daha bu binadan içeri adımını atamayacaksın.’ Kafasından bunları geçirmesine rağmen güler yüzle cevap verdi.

“İş koşullarını konuşuruz Âdem Bey. Sadece bu tehlikeli hareketlere son ver. Terfi mevzusunu tartışırız. Gerçekten de zamanı geldi.”

“Seni aptal!” diye bağırdı Âdem Bey. “Ben üç kere terfi aldım zaten. Hala aynı aptal gökdelendeyim. Hiçbir şey değişmedi. Hepimiz doğduğumuz yerdeyiz. Ama bence hepimiz için bir şans var. Senin için bile, evet, senin için bile bir şans var.” dedi ve ardından kuşkulu gözlerle sordu “Gerçekten hala duymuyor musun?”

Âdem Bey, “Neyse bir dakikalığına her şeyi boş verip şu yağmurun tadını çıkaralım,” dedi ve gülümseyerek arkasını döndü, kafasını yukarı kaldırdı. Yapılandırıcı beklediği fırsatı yakalamıştı. Bir anda Âdem Bey’in üzerine atıldı. Arkasında bekleyen iki güvenlik görevlisi de yardım etmek için hemen koştular. Yapılandırıcı adamın gömleğinden tutup kendine çekti ancak Âdem Bey hemen kendini toplayıp adamın elinden kurtulmaya çalıştı, “Bırak beni!” diye bağırıyordu. Yine de dengesini kaybedip yapılandırıcının ve güvenlik görevlilerinin üzerine düştü. Kaygan zeminde ufak bir boğuşma oldu ancak güvenlik görevlileri Âdem Bey’i etkisiz hale getirip kollarından sıkıca yakaladılar. Yapılandırıcı hayatının en kötü gününü geçiriyordu. Neyse ki adamı zaptetmeyi başarmışlardı.

“Derdin ne senin, neden intihar etmek istiyorsun?” diye sordu.

“İntihar etmek istediğim falan yok. Ana Bilgisayar kafamda beliren ve birbirleriyle çarpışan, çelişen binlerce fikrin benliğimde yarattığı aydınlanmayı ‘intihar etmek’ olarak algılamış olmalı. Ben burada sadece şehri duymaya çalışıyordum. Ama şimdi çok iyi duyabiliyorum.” deyip bir kahkaha attı.

Yapılandırıcı ne olduğu anlamamıştı. Güvenliklerden biri konuya açıklık getirdi: “Efendim sanırım telefonunuzu kastediyor.”

Yapılandırıcı bir süredir arka planda duyduğu sesin ne olduğuna dikkat etmemişti. Olayın heyecanıyla telefonuna gelen mesajların sesini duymamıştı. Düzenli bir bipleme hiç kesilmeden sürüp gidiyordu. Telefon ekranında yüzlerce mavi mesaj geldiğini belirten bir simge vardı. Üstelik sayı devamlı artıyordu. “Bu nasıl bir delilik?” diye sordu. Âdem Bey, tane tane anlatmaya başladı;

“Bu sabah gelen Mehmet Bey haklıymış. Yani haklı olduğunu anlamak için onun hayalini kurduğu şeyi yapmak zorunda kaldım. Ama inan bana bu, hayatımdaki en gerçek deneyim oldu. Sen de denemelisin,” dedi.

Şimdi çok ciddi görünüyordu.

“Sivri köşelerimizi törpülemek kimin aklına geldi bilmiyorum ama elimden gelse o törpüyü o kişinin gırtlağına saplardım.”

Bugün daha fazla şaşıramayacağını düşünen Baş Yapılandırıcı daha önce hiç bu kadar yanılmamıştı. Kekeleyerek sordu,

“Se- sen makinedeki fikirleri… k-kendine mi aşıladın?”

“Evet.”

İşaret parmağını kafasına götürerek devam etti.

“Herkesin fikri burada.”

“Bunu neden yaptın be adam,” diye sordu yapılandırıcı ama cevabı beklemeden bir soru daha sordu.

“Peki, telefonuma gelen diğer mesajlar neyin nesi?”

Âdem Bey’in yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Telefona gelen mesajların açıklaması çok basitti, hatta yapılandırıcı bile içten içe bunu biliyor olmalıydı. Ama sindirmesi kolay değildi.

“Makinenin depolama birimini Hiperağ’a bağladım ve paylaşım sayfalarından birinde ‘tüm yasak fikirler’ adıyla bağlantıyı paylaştım.”

Yapılandırıcı güvenlik görevlilerine hemen makinenin yanına gidip bağlantıyı koparmalarını emretti. Ama Âdem Bey çok rahat görünüyordu.

“Artık çok geç sevgili dostum. Paylaştıktan on dakika sonra dosyalar elli bin kez indirilmişti. Pandora’nın Kutusu’nu bir kamu hizmeti olarak kullanıma açtım. Herkes içinden dilediği günahı seçip alabilir.”

Âdem Bey durakladı ve sözlerine daha sessiz bir tonda devam etti.

“Mehmet’in fikrini kafasından söktükten sonra gözlerine baktım. İşlemden önce ona verdiğim tüm ahlak derslerine rağmen beklediğim şey işlemin başarısız olmasıydı. Adam fikrine sahip çıksın istemiştim içten içe… Ama o kadar başarılı bir operasyon oldu ki; gözlerinde rahatlamış bir minnettarlıktan başka bir şey göremedim. Bana teşekkür etti ve “Kim bilir nasıl bir saçmalıkla kafamı bulandırdım yine…” diyerek kendi kendine söylendi. Kapıdan çıkarken bana tekrar gülümsedi. Zihniyle barışmış yeni bir yurttaş daha huzurla evine dönüyordu.”

Yapılandırıcı, Âdem Bey’in yakasına sarılıp onu sarsarak ve suratına tükürükler saçarak bağırıyordu.

“İyi de ne yapacağız şimdi? Nasıl düzelteceğiz tüm bu insanları? Buna ne gerek vardı? NEDEN? NEDEN?”

“Çünkü insan  gibi hissetmek istiyorum yeniden. Etrafımda insanlar yaşasın istiyorum. Beyinleri birbirlerinin karbon kopyası olan et yığınları değil… Delice şeyler yapan normal insanlar istiyorum. Toplumun bilinçaltı kafama dolduktan sonra aklıma ilk gelen şey onu herkesle paylaşma isteği oldu. Biliyor musun, dini inançlarımızı rasyonalizmle değiş tokuş ettiğimizden beri şeytandan bahsetmiyoruz. Ama sanırım ‘Cennet Bahçesi’nden Kovulma’ hikayesi bu çağda yazılsaydı, şeytan ben olurdum.”

“Yani herkesin lanetlenmesine sebep olduğunu kabul ediyorsun. Bir günahkar, bir suçlu, bir zalim…”

“Hayır, hikayeyi yanlış anlamışsın sen. Şeytan bir zalim değildi.”

“Peki neydi?”

Âdem Bey cevabı fısıldarken yağmur da dindi.

“İlk anarşist.”