Aldelen Günlükleri – Grunhilda Markstrap #4

 

Bu günlükler Grunhilda Markstrap’in, Kayadamar’daki eşine yazdığı mektuplarla oluşturulmuştur.

“Khormondo,

Epeydir yazamadım, bizimkilerin gönderdiği paketler elime ulaştı. Kız galiba ekmek yapmış (kek de olabilir) ama yiyemedim, notta bir ay dayanacağı yazıyordu ama ısırmaya kalktığımda dişim sızladı. Belki sen istersin diye sana yolluyorum. Yiyemezsen oğlana yolla, kardeşinin tarifiyle yaptık dersin. Talihi yaver giderse yolda küflenir de yemek zorunda kalmaz.

Son yazdığımdan bu yana Taş Ocağını işletmeyle vakit geçirdim. Toplayıcı Loncası yanıma elemanlar verdi ama pek sarsaklardı, şimdi bari idare ediyorlar. Bizim çıkardığımız taşlarla Aldelen’de yeni binalar yapılıyor. Hava epeyce soğudu, gerçi ben iyiyim ama elemanlar yakınıyordu. Taş Ocağı’nın içi sıcak, nemi düşük biraz. Uygun yer bulsam içki damıtmaya başlayacağım ama düzen daha tam istediğim kadar oturmadı.

Geçen hafta da vali seçimi vardı gene, içip eğlenmeye gittim. Biraz fazla içmişim galiba, bilek güreşi yarışmasında falan istediğim gibi iş çıkarmadım. Elfin tekine yenildim, yalnız beni ayıplamadan önce şunu söyleyeyim. Bu elf bir tuhaf, elflerin iyi olması gereken şeyleri beceremiyor. Boyu pek uzun gerçi, sırık gibi.

Seçimde vali olarak gene Gotfrid denen fanatiği seçtiler. Heh, herifi pek sevmezdim ama zaten yeni dönemi bir çekiç sallayışı kadar bile sürmedi. Dünkü görevde ölmüş. Yeni vali kim daha bilmiyorum. Zaten her lonca kendi işlerini kendi patronlarından alıyor, bizim patron Dersa da diğer beceriksizlerle kıyaslanamaz bile. Diğerlerinin elemanları açken bizim loncada daha yemek kıtlığı yok. Önceye göre daha az ama aç kalmadık.

Dün biz de göreve çıktık; bizim buradaki madende kıllılar olduğu için daha bir halt yapamıyoruz. Halker denen kasabanın biraz ilerisindeki dağların orada başka maden olabilirmiş, patron bizim loncadan bir grup toplayıp araştırmaya çıkardı. Ha bir de, sanki Aldelen ve civarında yeterince dert yokmuş gibi ayaklanan ölülerle ilgili haberler var. Büyücünün teki mi ne ölüleri kaldırmaya başlamış, millete saldırıyorlarmış. Bu pek neşeli haberi de göreve çıkmadan önce verdiler, Halker tarafında da pek yoğunlarmış.

At arabasını kelden aldık gene, uyuz oluyorum herif her seferinde atlarla ilgili bana laf sokuyor. Dersa bize eşlik etsin diye Çubuk, Sırık Elf, bir tane yeni katılan Mezarcı, Zo’yu almış. Ben pek hevesli çıkmadım yola ne yalan söyleyeyim. Daha Taş Ocağını yeni adam ediyorum, bir de nispeten uzakta yer alan başka bir madene nasıl yetişeceğim? Başka birine teslim ederlerse de sinirden çatlayabilirim. Annem küçükken beni hırs varilim diye severdi, bak bazı şeyler değişmiyor. Vaktiyle güreş yarışmasında babamla evi dağıttık diye bizi evden atmıştı da ben yeterince hızlı çıkamadığım için beni yakalayıp babamın kafasına fırlattıydı. Sağolsun, babamın kafası dönmüştü de dışarıda devam ettiğimizde güreşi ben kazanmıştım. Hiç aklımdan çıkmaz, hatırladıkça keyiflenirim.

Sabah sabah yola çıktık, tipi vardı ama hoş bir havaydı gene de. Serin serin yüzüme çarpan rüzgar hoşuma gitti ama Çubuk yanımda pek asık suratlı duruyordu, şarkı da söyleyemedik ses yapmamak için. Bir grup insanı yolda gördük, mezarlıktan ölüleri çıkarıp yakıyorlardı. Ölüler ölü kalmalı da görüntü pek iç karartıcıydı.

Halker’e bizi hızlı götürdüm, yolda ölüye falan rastlamadık. Kasabaya bir geldik ki at arabalarını çevirip barikat yapmışlar. Yaklaşıp selam verdik, kendilerini ölülerden korumak için nöbet tutmaya başlamışlar. Halker pek küçük bir yer değil onu geçtim de, büyük bir de hanları var. Patron içeri girmemizi istemedi ama dağlara taraf yürüyeceğimiz için biraz içmemizin iyi olacağına ikna ettim. Hancıdan en sert içkisini istedim, bana Çekiç Suyu’nun yanına bile yaklaşmayacak bir viski getirdi. Diğerleri de sıcak şarap aldı.

Beslenip sulandıktan sonra atları bırakıp yürümeye başladık. Dağlara yaklaştıkça katmanlar yoğunlaşmaya başladı, az daha ilerleyip tırmansaydık maden bulabileceğimize inanıyordum ki aşağılarda bir hareket dikkatimizi çekti. On kadar şekil rastgele hareketler yaparak mezarlığın içerisinde dolanıyordu; dikkatli bakınca bunların ölüler olduğunu fark ettik. Yola devam edecektik ama patron girip çıktıkları mastapaya işaret etti, madem yanımızda bir tane de mezarcı var, girip bakalım dedik. Ben de itiraz etmedim. Sana güzel bir ganimet yollayacağıma söz vermiştim ama daha madene giremedik, belki bastığımız lahitten bir şey buluruz diye düşündüm.

Elf önden gidip ok atıp önlerinden koşturarak ölülerin yarısı kadarının dikkatini dağıttı. O koşarken biz de arkadan dolanıp mastapaya girmek için ilerledik. Yolda yerden bir iskelet çıktı. Khormondo, bunu senden başkasına itiraf edemem ama ne yalan diyeyim bir an elim ayağım tutmadı. Kendime gelince öyle bir öfkeyle saldırdım ki iskelet sağa sola dağıldı.

Yola devam ettik, mastapa girişinde üstümüze beş tane kadar ölü daha saldırdı. Ekipçe saldırıp onların da hakkından geldik. Patron mastapaya girmemizde ısrar etti, ölülerden bir kısmı yeri kazıyormuş. Bakalım ne çıkaracaklar dedik. Lahitin altına indik, üç oda çıktı karşımıza. En soldakine girmeden önce mezarcı tuzakları kaldırdı. İçeride full zırhlı bir ölü gardiyan vardı, ben taş atıp yoklayınca kafama saldırdı. Kalkanla kafamı koruyup vurmaya başladım. Diğerleri de yanaşabildikleri kadar yanaşıp haklamaya başladılar. Zo ve Dersa geride kaldı, ölüler insanları gafil avlayınca kalakalıyorlar. Gerçi yüreklerini soğutan korkudan buz çözülseydi bile bizden yanaşamazlardı.

En sağdaki odada sadece tuzak varmış, mezarcı öyle dedi. Ortadaki odayı açtık. Tam ortada mermer bir mezar vardı. Kapağını açarken içindeki ihtiyar ölü kıpırdanmaya başladı, kapağı tam açmadan çekicimi kafasına kafasına indirdim. Eskinin tüccarlarından biriymiş, öleli on sene kadar olmuş galiba. Vaktiyle çarpık bir haltlara bulaşmış belli ki, o gardiyandır falan normal insanın yapacağı bir şey değil.

Biz mezardayken elf yetişip geldi. Koştura koştura ölüleri kasabanın yakınına kadar götürüp dağlara yönlendirmiş. Patron daha fazla vakit kaybedelim istemediği için çıktık. Gün ilerlediği ve ölüler de artık dağlarda dolandığı için maden keşfimiz maalesef yalan oldu. Mastapadan çıkıp kasabaya geri döndük.

Şimdilik zamanım da böyle geçti işte. Kış bastırdıkça buradakilerin keyfi iyice kaçıyor, haksız da değiller. Daha açlıkla uğraşırken bir de ölülerle uğraşmanın zamanı değildi. İnsanların tanrıları onlara acımasız davranıyor.

Ben iyiyim ama bir daha asla bizim çocuklara yazdığımda buradaki yemeklerin azlığından yakınmayacağım. Kızın gönderdiği ekmek ya da kek ya da her neydiyse, bir daha ona maruz kalmak istemiyorum.

Sen de kendine iyi bak. Geçen sene aldığım yün yeleğini giymeyi unutma. Az daha bekleyeceksin ama söz, yakında yeleğine yakışacak bir ganimet bulup yollayacağım.

Sakalın hiç ağarmasın, demirine hiç pas düşmesin.”