Arşivden Mahzene: Living Kule 3 – Agoria

Merhaba, baktım üzerinden birkaç yıl geçmiş. Güzel güzel sizlere en son yaptığımız Living Kule’nin arka kapısını aralayacağım. Biliyorsunuz ki, 2014’ün ortasından, 2015’in başlarına kadar oynanan 3. bir Living Kule yapmıştık, ilki kadar ses getirmese de, güzel bir tırmanışa sahipti ve ben gerek arkasındaki hikaye, gerek karakterlerin backgroundları olsun, daha başarılı olduğunu düşünüyorum. GM’ler olarak biz belki ilki kadar iyi idare edemememizden, belki oyuncuların ilgisizliğinden, belki de sadece ilkinde insanların çok fazla boş vakti olmasından dolayı, bu üçüncüsü, ilki kadar tutmadı. Ancak arka planında yazılmış güzel bir hikaye, pek çok içi dolu gerek oyuncu olan gerek olmayan karakter bıraktı. Bir grup arkadaşıma da 3-4 oturumluk söz verdiğim oyunu, Agoria adasında başlatınca, aklıma geldi ki oyunu oynayan onlarca insan Agoria’nın arka planına dair hiç bir bilgiye sahip değiller. O zaman başlayalım.

Dur dur! Önce “Living Kule ne ola ki?” diyenler buraya tıklasın. (Berat ağladı)

1. Setting:

Oyunumuz “Agoria” isimli bir adada geçmekteydi. Setting olarak, benim ve birkaç GM arkadaşın daha yıllar içinde oyun oynattığı, Mineria’yı seçtik. Bazı oyuncular için daha tanıdık bir setting, belki bir kaç ünlü yüz gösteririz gibi gerekçelerimiz vardı. Hem de bir çok birbirinden bağımsız etkinliği birbirine bağlayabileceğimiz bir araç olarak gördük Mineria’yı. Mineria hakkında topladığımız, kullanıcılar tarafından doldurulabilen bir wiki var. Aklınıza takılan şeyleri buradan kontrol edebilirsiniz.

2. Ada ve Tarihi

Agoria dedik, nedir bu ada? Yaklaşık 54×60 kilometrelik bir ada, yani aşağı yukarı Rodos kadar. Ada bol yeşillikli, yüksek dağlara sahip, şehrin gürültüsünden uzak, limana ve merkeze 10 dakika kaplan sürüşü mesafesinde, çocuklarınızın rahatça elflere ok atabileceği, dinozorlarla evcilik oynayabileceği (dinozor dedim evet) mükemmel bir rezidans kompleksi(-imiş.) Hikaye şöyle oluyor ki, bundan uzunca bir süre önce, ben diyeyim 200, sen de 300 sene önce, İmparatorluk arşivlerinde bir grup maceracı, Agoria isimli bir adaya dair belgeler buluyorlar, bunlar hemen o dönemin dışişler nazırlığına bildiriliyor. Nereden geldiğini kimsenin hatırlamadığı bu parşömenlerde, bazı değerli madenlere -İmparatorluğun diğer çok afedersiniz ama “dandik” krallıklardan para vererek aldığı değerli madenlere- dair bilgiler var ve çıktığı yer olarak da bu ada gösteriliyor. Hala oyunumuzdan 200-300 sene gerideyiz, hemen gaza gelmeyin. Antoné Sharpé (Sondaki é’ler okunmuyor) diye bir adam var, İmparator’un pek sevmediği, biraz gözü kara, hırslı ve becerikli ama talihsiz bir adam , düşük rütbeli bir soylu kendisi, toprak olarak Agoria’yı al istersen diyorlar, risk büyük ya oraya gidip rezil olacak (ki ada gerçek mi değil mi onu bile bilen yok) ya da madenleri bulup kendi toprağında çıkan zenginlikleri kullanarak, vergiden falan parayı prestiji vuracak. Diyor ki İmparator’un karşısına çıkıp “Olur.” Hemen bir Expedition ayarlıyorlar, tabi o zamanki gemiler şimdiki gibi değil, 10 gemi falan çıkıyor yola, 1-2’si batıyor, neyse bir grup yerleşiyor adaya. Başarılı bir sürecin ardından Antoné sürekli daha fazla adam istiyor İmparatorluk’tan. Delirmiş elflerden bahsediyor, tehlikeli yaratıklardan bahsediyor ama ticaret tıkır tıkır işliyor, maden çok olmasa da, deri, değerli az sayıda taş, İmparatorluk’ta bulunmayan türlü meyveler, tarım malzemeleri ve değişik ağaçlar sürekli gidiyor, yeni insanlar geliyor. Hatta bir kaç ay sonra, en sonunda ogreleri de aşıp, adanın tamamını haritalamayı başarıyor cefakar Agoria çalışanlarımız ve daha sonra bizim karakterlerimizin elinde gideceği şu haritayı ulaştırıyor İmparatoruna:

Hayır, sol alttaki oyunun bir parçası değil ama canavar da değil. Kendisi Iggy. Seviyoruz.

 

Şimdi adanın diğer kısmına gidelim, bir grup elf arkadaşımız mevcut, bu elfler büyüden yoksun, hatta büyüden korkan garip “vahşi elf”ler. Kendileri bu adada hep mi vardı yoksa bir şekilde mi geldiler bilmiyoruz (Aslında ben biliyorum ama muhtemelen bir sonraki yazıda anlatacağım. Ruhi de biliyor, Büçkün de, Ozan da. Onları rahatsız edebilirsiniz.) Elflerimiz, Antoné’a bir rahat vermiyorlar, kendileri güneybatıdaki bataklıklarda yaşayan bir hidraya tapıyorlar, tamamen ilkel bir yaşamları var. Tarzan’ın sapan sallayanı gibiler, ormanda görülmeleri oldukça zor ve yonttukları koca koca sapan mermilerini milletin alnının çatına koyuveriyorlar. Bir de insanları taklit ettiklerinde sinirlendiklerini çözmüş durumdalar. Her neyse, bir yandan güneydeki elfler, bir yandan kuzeydeki ogreler, devasa yengeçler, garip hayvanlar ve İmparator’un maden konusunda Antoné’a yaptığı dur durak bilmez baskılar devam edince, her şey aslında o kadar da kötü olamamasına ve iyi kötü bir ekonomi dönmesine rağmen, fıttırıyor Antoné, bir şeyler yapıyor ve adadan bir daha uzunca bir süre haber alınamıyor. (Patlama efektleri olduğuna herkes emin gibi, yıkık büyücü kulesi ile ilgisi olduğuna da ben eminim.) Geri gelindiğinde ise, oyuncuların keşfetmeleri gereken ada işte bu halde:

 

Ruhi: “Özellikle biraz değiştirdim. Hala ciddi bir körfez var. Bir de yüksek bir dağ. Onun dışında rahatsız edecek kadar farklılık olsun diye özellikle yaptım.”

3. Ada ve Günümüz

Yazının son kısmı şimdilik, kalanını arkadaşlarıma oynattığım oyun bitince paylaşacağım sanırım. Şimdi adada olanlardan biraz genişçe bahsedeceğim. Aradaki yaklaşık iki yüz yılı atlıyoruz, adada kötü şeyler oldu, kim ne olduğunu bilmese de elfler biliyor. Elfler insanların yok olduğu ve kendilerinden de pek çok kişiyi yanında götürdüğü o günü gördü ve tekrar gelmelerinden korkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki, iki kez olan üçüncü kez kesinlikle olacaktır. (Evet, simyacıdan alıntı yaptım ne var?) Elfler, insanların gelişini gözlüyorlar ve bir gün, insanların için oldukça çok ama elfler için sadece bir ya da iki jenerasyon sonra, yaşlı Seer Acacia (ne diyim Büçkün, falcı mı diyim, kahin mi diyim. O kahin, bu kahin yeter.) insanların dönüşüne dair işaretleri görüyor ve güneydeki ormanlardan kuzey burnuna gözcüleri yolluyor. Yanlış değil işaretler çünkü aynı anda, yeni ve diğer her imparator kadar maden satın almaktan bıkmış İmparator, arşivlerde bir şekilde Antoné Sharpé’ın belgelerini buluyor ve çoğunluğun tesadüf, geri kalanın ise “alın yazısı” dediği metod ile bunu Sharpé’ın soyundan, ana karada kalmış torununun-torununun-torununa veriyor. Tabi ki bu detayın kimse, yeni Agoria “Valisi” Sigrum Ihran bile farkında değil. Tabi eline tutuşturulan ada ilk haritadaki gibi iken ve biz Vali hazretlerine “gemi olan yere çıkın” demişken, önce oraya gidiyorlar, hiç bir şey bulamıyorlar; koca bir uçurum dışında tabi. Bu sırada elf gözcüler Acacia (Evet bildiğin Akasya) hanımı haberdar ediyor durumdan, Acacia doğaya tapınıyor diyor ki “Gelmesin artık bu insanlar buraya” fırtına patlıyor, gemi bir süreliğine kontrolden çıkıyor, derken grup kendini şu yeni haritanın sol tarafındaki adanın set oluşturduğu kumsalda buluyorlar. Gemi yanaşıyor, eşyaları indirirken daha, iki asırlık öfkeleri dinmemiş elfler ile karşılaşıyorlar. Elfler kafa yarıyor, bir şeyleri kırıyor, zarar veriyor da veriyor. Bir şekilde püskürtüldükten sonra şu 3 tane gölün kesişiminde bulunan ve önceki haritada bir yerleşim yeri var gibi görünen yere götürüyor grubu Vali ve orada hakikaten yıkık dökük binalar bulup, yerleşebildikleri kadar yerleşiyorlar, yerleşemeyen çadırda kalıyor.

Biraz araştırma ile elflerin güneyde yaşadığını, kuzeyde de ogrelerin olduğunu öğreniyor grup, kuzeybatı desek daha doğru. Kuzeydoğu’da ise devasa bir orman var ve kimse görmese de o ormanda aslında ufak bir at sürüsü ile 2-3 adet dinozor yaşamaktaydı (Random encounter tablosunda 97-99 çok güzel, 100 ise oldukça kötü anlamlar ifade ediyordu.) Tabloyu incelemek isteyenler buraya gelebilir. Gördüğünüz gibi, nereye giderseniz gidin, gerek encounter olsun, gerek bitki örtüsü olsun, karşısına çıkacak belalar önceden belirlenmişti. GM’ler olarak hiç bir masraftan kaçınmayarak, iki kere üst üste 100 atacak arkadaşa elflerin tapındığı büyük ödülü paketleyip verdik (Nektar? Mehmet? Atakan?). Valilik zor günler geçirdi tabi, neden? Vergi almak lazım, millet kaçak mal sokuyor, dirlik düzen sağlanamıyor derken ilk ay geçti. Tabi aslında ilk ay geçerken GM’ler her oyuncunun ne gün oynadığı, bu sürede yemek yerken ne kadar para verdiğini, kimin hangi evin, fraksiyonun ya da grubun altında çalışıp maaş aldığını, maaşları veren kişilerin paraları nasıl aldığı, valiye ödenen verginin ne şekilde (canlı hayvan, nakit, yemek vs), valilik ne kadar kâr ediyor gibi bir sürü tabloyu tutmakla geçti. Sonra ne yalan söyleyeyim ufak ufak saldık ama fıttırabilirdik de. Zaten Büçkün bir ara fıttırdı. İşte o telefon görüşmesindeki diyalog:

-Büçkün naber, oyun oynatıyor musun son dönem?

-Abi kapa kapa, delirdim ben.

-Anlamadım?

-Delirdim ben kapa.

-Peki.

Ne güzel di mi? İşte ilk ay bitince Valiye bir mektup geldi, tabi vali geçmişe dair pek bir şey bilmiyor, ada yanlış mı acaba şüphesi var hala bir yandan. Kuzeyde de ogreler var. Ogreler doğru o konuda bir sıkıntı yok. FLAŞ FLAŞ FLAŞ! İŞTE O MEKTUP!

Lord Sigrum,

Bu mektubu aldığınızda adadaki ilk ayınızı doldurmuş olacaksınız. Eğer ki başınıza büyük bir talihsizlik gelmediyse, yaklaşık 70 kişilik bir komünü idare etmenin yararlarını ve zorluklarını iyice algılamış olduğunuzdan eminim. Endişem siz oradayken burada hala olan düşmanlarınız ve size yapacakları. O yüzden bu mektubu kimseye okutmamaya olabildiğince özen gösterin. Lord Gormor’un emriyle, mahkemede Leydi Blacktalon’u savunan Adalar Kraliçe’sinin hizmetindeki grup, İmparatorluk’tan men edildi ve grupta İmparatorluk vatandaşı olan Adrien ve Argain vatandaşlıktan çıkartıldı. Bu bilgiler ve kayıp olan bir kaç soylunun verdiği ipuçları ışığında Lord Gormor’un peşinize birisini takmış olabileceğinden şüpheleniyorum. Şüpheli kişi daha önceki gemiyle ya da bu sefer ile gelmiş olabilir, o yüzden yakınınızdakilere de düşman olabileceğini düşündüğünüz insanlara gösterdiğiniz dikkat ve şüpheyle yaklaşmanız sizin sağlığınız için en iyisi olacaktır.

Imperial Bastion’ın kurulmasıyla birlikte yeniden çalışır hale gelecek bilgi ağımızla birlikte sizi elimizden geldiğince çok bilgiyle donatmaya çalışacağız. Aradan geçen sürede arşivlerde yaptığımız araştırmada bulabildiğim bir mektubun kopyasını da size gönderdim. Bu mektup Agoria adasından İmparatorluğa son seferini yapan gemide bulunup arşivlenmiş.
Bishop Carith

Arkasından çıkan oldukça eski görünen katlanmış kağıtta ise:

Hükümran Ultimar’a
Sömürü düzeniyle kurduğunuz ve kendi adınızın leke görmemesi için beni sürdüğünüz bu topraklardan edineceğiniz son gelir bu mektupla birlikte size yollanmıştır. Vergi olarak gemide korumalık yapan Kızılsur askerlerinizin cesetlerini toplayabilirsiniz. Agorina’da kurduğumuz düzen ve bolluk, binlerce mil uzaktaki sarayında yaşayıp cima-ül camia ile hayatını geçiren bir gaspçı tarafından el konulamayacak değerdedir ve siz bunu algılamaktan yoksunsanız sarayınızda eminim sizin yerinize bunu algılayıp size açıklama zahmetinde bulunacak tomarla müşaviriniz bulunmaktadır. Buradaki halk endişe-i mevt içinde yaşarken aynı zamanda hümayün baskısı altında kalmayacaktır. Ordunuza ait bütün birimleri de gemide size son vergimiz olarak gönderiyor ve kendimi Agorina adasının yeni yöneticisi ilan ediyorum.
Antoné Malik Sharpé

Olaylar olaylar, ne atarlar giderler yapılmış, isyanlar edilmiş görüyoruz. Bu arada Bishop Carith denilen adam, o dönemin İmparatorluk İstihbarat Teşkilatı’nın lideri, Lord Gormor ise; İmparator’un sağ kolu ve aynı zamanda bir nevi “İçişleri Nazırı”, yani Bishop Carith’in de başkanı. Zaten aslında imparatorlukta, İmparator’dan sonra her şeyin başkanı. Biz bunu Sigrum’a tabi ki işler iyi giderse ileride aynılarının onun da başına gelebileceğine dair mesaj olarak verdik. Ouroboros falan. Neyse ki öyle olmadı. Yazının yavaş yavaş sonuna gelirken, ilerleyen günlerde şunlar oldu:

Grup büyükdağın oradaki eski kaleyi keşfetti. Kalenin içini pek araştıramadılar ama etrafa oldukça hakim ve hem savunma için iyi yapılmış olduğunu hem de yaşanabilir alanının bol olduğunu farkettiler. Tabi ki bu ileride Antoné Sharpé’ın kendisini paranoyası ile içine hapsettiği “Fildişi Kulesi” olarak ortaya çıkacaktı. Sanırım oraya bir nebze olsa da yaklaşabildik. Her neyse, sonra kuzeydeki ogreler sıkıntı çıkartmaya başladı, Güney’de, elf ormanının yakınında bir tane yıkık büyücü kulesi ve altındaki sonsuz tünelleri buldular, Siwion inanırı Hymes Gümüşkanat hariç hiç kimse bir bakış atmaya bile cesaret edemedi. Nehrin sınırı bulundu, nehrin kuzeyinde bir tane ogre çiftliği (hayır ogre yetiştirmiyorlar, ogreler çiftliğin sahibi) keşfedildi. Ogrelere dalındı, ogreler dövüldü, çocuk ve baba ogre öldü, yanlış hatırlamıyorsam anne ogre kaçtı. Tabi anne ogre kuzeyde dağın arkasındaki ogre aşiretine haber verdi, bir nevi kan davasına döndü olay. Bir onlardan bir bizimkilerden gitti. Kaleyi tekrar keşfe gidildiğinde içeride bir sürü zombi bulundu duvarda “Sharpé bizi terk etti.” yazılmıştı kanla, belki yüzyıllar önce. Zombilere benim sevgili karakterim Çavuş İmrahor Gartden yem oldu. Gerçek köylü keyfini 3 ay doya doya yaşamıştım, insanlar benimle oyundan çıktıktan sonra aksanları bozuluyordu falan. Sonra vali yeni bir çavuş seçmekte gecikti, bir süre askerler direnç noktalarını bıraktılar, paralı askerlerin ilgilenmediği boşlukları milisler dolduramadı ve bir çok yönlü elf saldırısının ardından çıkan yemek krizi bıçağı kemiğe dayadı, ardından gözardı edilen bir ogre ilerleyişi baskına döndü ve Agoria davası kapanmış oldu. En azından bir süreliğine….

 

P.S: Biliyorum, arkaplandan çok genel olanları anlattım ancak aralarında bir sürü güzel belge ve oyuncuların çoğunun bilmediği pek çok bilgi kırıntısı ile süsledim. Oyuncu olduysanız, umarım kafanızdaki bazı sorulara daha iyi cevaplar alabilmişsinizdir. Yok öylesine okuyorsanız, umarım ki okuduklarınız size keyif vermiştir ve ‘LK olsa da katılsam’ diye geçiriyorsunuzdur kafanızdan çünkü kim bilir belki yakında yeni bir YK olur.

 

P.P.S: Bu arada, 2 kere üst üste 100 atmayı başaran Mehmet, Nektar, Atakan grubu, elfler tarafından yakalandı, iyi muamele gördüklerini düşündükleri sırada, bir şekilde İmperial öğrenmeyi yarım yamalak da olsa öğrenebilmiş bir elf kadın, kendilerininin Maramasi’ye kurban edilmek üzere iyi bakıldıklarını söyledi. Ertesi sabah sisli bataklığın içine elleri ayakları bağlı şekilde ortada bir bıçak bırakılarak terkedildiler, sislerin arasından hidra gelirken, Nektar’ın karakteri iplerinden kurtulmayı başardı, Mehmet ile Atakan’ın karakteri ise coşkulu elf seyircisini mutlu etti. Bıçak ile kaçan Nektar hanımın karakterigiller, bir elf ile burun buruna geldi, ölümüne mücadeleyi, hit pointlerinin ve fate pointlerinin tamamını kullanarak muzaffer bitirdi. Kasabaya döndükten bir hafta sonra sanırım ki ogre saldırısına kurban gitti.