Path to Exile: Hitchhiker’s Guide to Grand Prix

Selam kart oyunlarını ve gezmeyi seven değerli insanlar. Bundan sonra katılma imkanı bulduğum büyük turnuvaları sizlerle “Path to Exile” başlığı ile paylaşacağım. Eskiden ne güzel dergide bi köşem vardı, şimdi de böyle bir işe giriştik. Sonumuz hayır olsun.

Bu yazımızda Temmuz başında düzenlenen (“Oha! Şimdi mi yazıyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim) Grand Prix Lille’e gidiş yolculuğumu, geçirdiğim bir haftayı ve dönüş yolculuğumu -çoğunlukla dönüş yolculuğumu- anlatacağım.

Önce Belçika

Lille Fransa’da olmasına rağmen yolculuğa Belçika’dan başlamaya karar verdim.  Bunun nedenini aşağıdaki haritadan kıyaslama yaparak bulabilirsiniz.

Lille Harita

 

Belçika’yı seçtikten sonra önümde belirlemem gereken şey Grand Prix’den önceki 3-4 günü Belçika’nın neresinde geçireceğimdi. Brüksel herkesin gözde mekanlarından birisiydi. Oysa ki Belçika’da uzun süre kalan arkadaşlarımın tamamı “Brugge > Brüksel” denklemini kafama kazımışlardı. Birer gün Brugge, Brüksel ve Gent’i gezmek ile üç günümü Brugge’e harcayıp tarihi dokunun tamamını özümsemek arasında gidip geldikten sonra yanlış olan seçimi yaptım: Brugge’de kalmak. Gezinin olabildiğince düşük maliyetli olmasını istediğim için bulabildiğim en ucuz tren bileti ile couchsurfingden bir ev sahibini önceden ayarladım. Bavulumu paketledim ve gündüzleri tarihe, akşamları Magic’e, geceleri de eğlenceye doyacağım bir Avrupa şehrine doğru yola çıktım. Mı?

Uçaklarımda biraz rötar sonucu azıcık geç bir şekilde Brugge’e vardım. Ev sahibimle buluştuktan ve eşyaları eve bıraktıktan sonra onun da işi olması sebebiyle şehri dolaşmak üzere yola çıktım. Şehir kanalın ortasında bir adacığa kurulmuş. İzmir’in yüzölçümü açısından en küçük ilçesi Balçova 21.22 km2 iken Brugge şehir merkezi 4.3 km2’lik bir alan kaplamakta ve şehir merkezinde Balçova’nın yaklaşık 80.000 insan yaşarken, burada 20.000 civarında. Tabi eğer yazın giderseniz 20.000 değil 200.000 insan görüyorsunuz turistlerden dolayı. Önce şehrin mimarisinden bir kaç kare sunayım size.

Evet sevgili Kule Sakinleri, gördüğünüz gibi adamlar kule yapmayı bizden öğrenecek değiller. Şehir merkezine girdiğinizde adeta bir gate büyüsü yemiş gibi en az 400 sene geriye gidiyorsunuz. Şehri keşfedip tarihi dokusunu aldıktan sonra da çikolata ve patates kızartmasına daldım. Şaka şaka, tabi ki eve dönüp kaldığım evin otuz metre ötesindeki Magic Store’a koştum ama o da nesi? Sabah açık olan dükkan akşam 19:00’da kapalıydı. Yarın erkenden, diyerek eve döndüm. Ev sahibi ve diğer couchsurflerlar ile bir müzik festivaline doğru yola çıktık. Festival çok iyi gruplar barındırmıyordu ama Brugge’ün tamamı ordaydı sanırım. İşte bunlar da o gece sanki J.J. Abrams’ın elinden çekilmiş gibi duran fotoğraflar:

 

#Tamamen #doğal #nofilter #lensflare efektlerimle hepinizin gönlünü fethettiğimi biliyorum. Bu fotoğrafların burda olmasının sebebi flaşı olmayan kameranızla çakırkeyfken fotoğraf çekmeye çalışmanıza karşı sizi uyarmak.

Bunun dışında, Brugge’de ne doğru düzgün bir gece hayatı vardı  -zira tam bir yaşlı insan şehri- ne de Magic Store insanların gidebileceği saatlerde açıktı. Cuma olan etkinlik saatinde de benim Lille’de çalışmaya başlamış olmam gerekiyordu zaten. Uygun saatte gidebileceğim bir Blablacar’da bulamadığım için perşembe erkenden yola çıkıp otostopuma başladım.

Brugge-Lille Yolu

Türkiye’de pek çok kez otostop ile yolculuk yapmış birisi olarak temel kurallara aşinaydım o yüzden çok sorun yaşamadım. Tek sıkıntı gittiğim yolun iki ülke arasındaki sınırdan geçiyor olmasıydı. Hitchwiki’den (evet böyle bir site var, hatta inanılmaz bilgiler var içinde, mesela “Fransa’da bir günlükten daha bayat ekmekleri satmak yasak bu yüzden eğer akşam saatlerinde fırınların arkasında dolaşırsanız bedava ekmek bulabilirsiniz” gibi, Beleş Yaşam Rehberi For the Win!) çıkış noktalarını, yolları ve otostop yapılabilen-yapılamayan noktaları kaydettikten sonra üzerine Lille yazdığım bir döviz ile yola çıktım. Şu Avrupa’lılar çok kibar insanlar azizim. İlk noktada alınmam 3 dakika kadar sürdü, ki zaten azıcık aracın geçtiği yolda beni almayan herkes ya başka yöne gittiğine dair el kol yaptı, ya arabasının dolu olduğunu göstedi. Beni arabasına alan amca yaşlı ama konuşkan bir adamdı, ülkesinin ekonomik ve kültürel olarak kötüye gittiğinden bahsetti. İçimden “Allah başka dert vermesin kardeş.” dedim. Otoban çıkışına bıraktığında ümidim tek araçla Lille’e gidebilmekti ancak kötü haber: Fransa-İngiltere arası feribot işçileri grevde olduğu için bütün TIR’lar o otobandaydı ve yol kapalıdan halliceydi. Alternatif yollardan birinden otostopa başladım ancak duran bir Cabrio BMW, bir de Cabrio Mercedes’e, Gent’e gittiklerinden dolayı el sallamak zorunda kaldım -şeytan dürtmedi değil “Atla git Gent’e diye”- Başka bir araçla Lille sınırında bir Belçika köyüne vardıktan sonra, sanırım bir daha çok zengin olana kadar yapamayacağım bir şey yaptım. Porsche Carrera GT’ye bindim!

2005-Porsche-Carrera_GT_DV_13-RMA_02

Oradan Lille’e geçtikten sonra şehir merkezine doğru otostop çekerken, kalacağım yerin 1 apartman yanındaki bir teyze beni evime kadar bıraktı. Fransızca bilmediğimi bir kaç kere söylediğim halde benimle Fransızca muhabbet etmesi, arada “Aa Fransızca bilmiyordun” deyip sonra Fransızca anlatmaya devam etmesiyle de gönlümü kazandı.

Lille

Yeni ev sahibimin evde olmaması durumuyla karşılaştıktan sonra köşede “50’lik 80 sent” yazan mekanda aldım soluğu. İnternetten ev sahibime mesaj attıktan sonra barda bir grup insanla tanıştım. Akşam bir A Capella etkinliği varmış oraya davet ettiler. Biraz mırın kırın ettim, bu sırada ev sahibim geldi, eve yerleştim. Toplu taşıma kartımı aldım. Lille’deki metrolar bir acayip, en önü düz cam ve vatman, makinist falan yok. Robotik çağını adamlar yaşıyor.

lille-v2

Akşam Lille’in içinden bir 40 dakika kadar yürüyerek ev sahibimin arkadaşlarıyla buluşmaya gittik. Ertesi sabah 9’da turnuva alanında olmam gerektiğinden, birer bira içip dönmek planıyla yola çıkmıştık. Önce bir pikniğe katıldık sonra da Lille’in “barlar sokağı” olabilecek yerine gittik. Ben gerçekten planlananı yaptım ancak ev arkadaşım biraz abarttı. Eve döndüğümüzde sabaha karşı 4’tü ve yol boyunca tanımadığım bir adamı taşımak zorunda kalmıştım. Sabah yorgun argın kalkarak turnuva alanına gittim. Bundan sonraki 3 günü sadece bacak ağrıları, bağrışan insanlar, koşuşturmaca olarak hatırlıyorum. Maalesef ki Lille’i fazla dolaşma imkanım olmadan Pazar akşamı Çek Cumhuriyetinden arabasıyla gelmiş arkadaşım Zdenek ile Türkiye’ye dönüş yolculuğuma başladım. Yol boyunca muhabbet ettik demek isterdim ama araba daha Lille’i terk edemeden uyuyakaldım. Sabah uyandığımda 3 ülkeyi arkamızda bırakıp (Fransa, Belçika, Almanya), Çek Cumhuriyeti’nin de neredeyse diğer ucuna varmış olduğumuzu farkettim. (Brno, Çek Cumhuriyeti’nin en doğusunda), Zdenek, bir hakem olmasının yanısıra aynı zamanda Brno’daki en büyük Magic Store’un da sahibi. Dükkanı’na uğrayıp eşyalarımızı bıraktıktan sonra ben güneye Slovakya’ya doğru otostop yolculuğuma devam ettim.

11703030_10206276726772045_2691304725852075007_n
Geleceğe doğru gururla otostop çeken Yakup Çakmak

Yolun Geri Kalanı

Saatlerimi Brno-Bratislava arası otostop çekerek harcadıysam da bir kişi bile durmadı, bunun yanında bazı arabalı arkadaşlar beni parmaklarıyla gösterip güldüler. O an anladım ki bulunduğum yer artık Batı değil Doğu Avrupa. Akşamüstüne doğru Yellow Student Bus Tourism’in otobüslerinden birine binerek önce Bratislava oradan da Budapeşte’ye doğru yola çıktım. Bratislava’da sadece mola verdiğim için mutlu oldum zira eşleriyle kıyaslandığında gerçek anlamda şehirde hiç bir şey yokmuş. Otobüste internet olması gibi bir güzellik olduğu için Budapeşte’de kalabileceğim yerler için ufak bir araştırma yaptım, yolumun geri kalanını inceledim, sonra her zaman en iyi yaptığım şeyi yaptım: Uyudum. Uyandığımda Budapeşte’deydim. Bir süre zaman geçirip o gece kalabileceğim birilerini aradıktan sonra -couchsurfing, bewelcome, barlarda tanıştığım insanlar- umutsuz bir şekilde Sırbistan’a doğru yola çıktım. Burada kimseyi bulamadığım için B planım, sabaha kadar yolculuk edip Sırbistan-Novi Sad’da evinde beni misafir edebilecek David’e ulaşmaktı. İnanamasam da kısa sürede birisi beni aldı ancak kendisi Sırbistan’a gitmiyordu, Macaristan-Sırbistan yakınındaki bir köye dönüyordu. Muhabbetle geçen iki saatten sonra Rözske yakınlarında bir yerlerde indim. Sabaha kadar benzin istasyonunda zaman geçirdikten sonra Sırbistan doğrultusunda giden kimseyi bulamamamdan mütevellit, Romanya-Temeşvar’a giden bir amcanın arabasına atladım, BalkanPass ile Selanik’e gidebilme ihtimalimi de göz önünde bulundurarak. Sırbistan’ı da bir sonraki Avrupa turuma atmıştım. Ancak öyle olmadı. Sabah Temeşvar’a vardığımda öğrendim ki amcanın dediği gibi değilmiş olay. Selaniğe tren gitmiyormuş. Onun yerine Belgrad’a direk tren varmış. Sırbistan içinde çalışan trenlerin 20 kilometreyi 2.5 saatte aldığını daha önce görmüş birisi olarak istemeye istemeye süper ucuz trene bindim. 40 km yolu 5-5.5 saatte aldıktan sonra Belgrad’ın dışındaki bir istasyonda trenden indirildik çünkü aradaki raylarda çalışma vardı. Belgrad’a bir nevi taksi dolmuş ile gittik.

Belgrad’a vardığımda kalacak bir yerim yoktu. Daha önce evinde kaldığım Ivan’ı aradım ancak ulaşamadım. Zaman geçirmek bir önceki gelişimde gezemediğim bir kaç müze ve Belgrad Kalesi’nin tadilattan yeni açılmış kısımlarını gezdim. Çarşıda sevdiğim bir iki şey yedikten ve hediyelik eşyalar aldıktan sonra Belgrad’ın en muhabbetşinas insanlarıyla dolu olan Magic Store’u Club 22’ye doğru yollandım. Yolda dükkan sahibi Milosevic ile karşılaştık, dükkana girerken çalışan eleman temizlik falan diyip bizi kovdu. Dışarıda bir saat kadar oturup muhabbet ettikten sonra dükkan temizlendi de içeri girebildik. Bir grup boardgame oynadıktan, Turnuva’da kazandığım şeylerin bir kısmını Milosevic ile takas ettikten sonra akşam Couchsurfing üzerinden kalabileceğim birini bulup oraya doğru yola çıktım. Ev sahibem yolu tarif ederken farkettim ki daha önce kaldığım yerin iki sokak yukarısı, bu yüzden adresi sorunsuz bulabilecektim ama DİNG! Tramvay ile yolda giderken bindiğim tramvay önümüzdeki arabaya çarptı. King Alexander caddesi üzerinde tramvay dışında başka toplu taşıma olmamasından dolayı 45 dakika tramvay bekleyerek geçirdim. Eve vardım, günler sonra ilk defa temiz bir duş aldım. Ev sahibem ile sohbet ederken bir yandan da yolculuğumun geri kalanını planlıyordum ki ‘Önemli Mail Kutusu’na bir mail geldi. Önümüzdeki haftasonu Kule Sakinleri’nde düzenlenecek olan Magic Origins Pre-Release’i için ön hazırlıklardan bir kaçı için geri dönmem ve bir kaç belge imzalamam gerekiyordu. Maalesef geri dönüş yolumun tamamını karayoluyla tamamlayamadan, Türkiye’ye az bir mesafe kala geri dönmek zorunda kaldım. Selanik’te görmek istediğim arkadaşlarımı göremesem de iki hafta sonra İzmir’e gelecekleri için çok önemsemedim.

Kıssadan Hisse: Otostop Batı Avrupa’da çekilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir