Path to Exile: GRAND PRIX UTRECHT ya da Diğer Adıyla #MAKEMAGICHISTORY

Evet siz yolculuğa çıkarken yanına aldığı diğer eşyalarla aynı ağırlıkta ayrıca bir Magic çantası alanlar,bu yazı sizin için. Şimdiye kadar Boardgame/Cardgame kategorilerinde düzenlenmiş Avrupa’daki en büyük kapalı alan etkinliği olan GP Utrecht’e sizin için gittik, gördük ve hatta bunlarla yetinmedik bir kaç tane de Game Loss verdik.

Nedir Bu GP GP Dedikleri?

GP yani Grand Prix terimi Magic the Gathering’deki üst düzey turnuvaları ifade etmektedir. Katılımcı sayısı günümüzde rahatlıkla 1000 kişiyi bulan ve çoğunlukla geçen, her düzeyden oyuncunun katılabildiği (Diğer bir deyişle davet gerektirmeyen), para ödüllü bol eğlenceli, bol bol yan etkinlikli, 3-4 günlük turnuvalar bunlar.Olayı da Avrupa, Amerika ve genelde Asya’nın oyuncu yoğunluğu bol olan bölgelerinde düzenlendiği için pek çok insan çantaları toplayıp, asıl etkinlikte oynamasalar bile yan etkinliklerde dostlarla muhabbet etmeye, tanıdıkları görmeye, belki çevrelerinden bulamadıkları kartları takas etmeye ve dosyalarını boşaltmaya geliyor. GP Utrecht’i ise diğerlerinden farklı kılan şey, diğer iki GP ile aynı anda çok büyük reklam ve katılımla gerçekleşmiş olması.

Peki Neden Böyle Yapıldı?

GP Utrecht Avrupa’da yapılırken eş zamanlı olarak Amerika’da GP Las Vegas, Asya’da ise GP Chiba düzenleniyordu. 3 tane eş zamanlı etkinlik yapmanın amacı ise dünya üzerinde maksimum insana aynı anda Magic the Gathering oynatmak tabii ki. Modern Masters 2015’in çıkışından 1 hafta sonra ve yine Modern Masters 2015 Sealed formatında düzenlenen turnuvaya (ki bilen bilir zaten Modern Masters setinin duyrulması bile başlı başına bir olay) yaklaşık 15000 oyuncu katıldı.

Biz de bu turnuvanın 4000 oyuncunun yanında 200 hakem, 100lerce alan görevlisi bulunan Avrupa ayağındaydık. Ha bir de unutmadan, GP’ler normalde 3 günlük düzenlenirken yoğun ilgi olacağına olan inançtan dolayı bu 3 GP, 4 gün boyunca sürdü; ki iyi de oldu.

Yediğin İçtiğin Senin Olsun Bana Gezdiğini Gördüğünü Anlat

Yolculuğumuzun tamamını Asım ile birlikte yaptık. Bir kısmında İzmir’in tecrübeli oyuncularından İbrahim Çelik de bizimle birlikteydi. Elbette yazım sadece Magic üzerine değil. Hollanda’ya kadar gitmişken anılarımı paylaşmadan bırakmam. (tüh) Yolculuğumuzun gidiş kısmı nispeten olaysız geçti. Birbirine bağlantılı olmayan iki uçağımızda da rötar problemi yaşamadan Amsterdam havaalanında inmeyi başardık. Tabi ki Amsterdam’a inen her Türk genci gibi soluğu Coffee Shop’ta ve Red Light District’te aldık…demek isterdim ama böyle olmadı ve ilk önce en yakın Magic the Gathering Store’una uğradık. Uğradık ama uğramaz olaydık. Amsterdam bu konuda çok kötü bir

durumdaymış onu görmüş olduk. Booster satan tane oyuncakçı ve bizim buradaki Kahve kültürümüzle yarışacak bir board game cafe/bar’ı dışında Magic ile alakalı hiç bir yer yoktu, ki cafede de oynayan kimseyi bulamadık haftada bir tane etkinlik düzenliyorlarmış. Kendimizi bir hostele attıktan sonra önümüzdeki iki gün boyunca biz de boynu bükük bir şekilde Amsterdam’ın olmazsa olmazlarını gezdik: Müzeler (bir kısmını sadece kapısından görebildik kalabalıktan dolayı), tabi ki “I ‘AM’stardam” yazısı, köprüler, kanallar, bisiklet gezileri, coffee shoplar, Red Light District, çiğ balık, bol patates ve çılgın eğlence dolu geceler. Ancak bu konularda detaya inmek gibi bir derdim yok internetin pek çok yerinde anlatılıyor zaten bu.

GP Ne Zaman?

Perşembe sabah 10’da hostelden ayrılıp GP alanının yolunu tuttuk. Utrecht denilen yer tren ile Amsterdam’a 25 dakika mesafede bir yer. Evet yani İzmir’de Balçova’dan Bornova’ya gitmekten daha kolay. Turnuva merkezi olan Jaarbeurs ise tren istasyonunun direk karşısına yapılmış durumda. Asım ile eşyalarımızı direk Hakem odasına attıktan sonra o gün ikimizin de görevi olmadığı için turnuva alanını gezmeye karar verdik. Jaarbeurs’un GP için ayrılan salonu tek başına Kitap Fuarı’nın düzenlendiği alan kadar aşağı yukarı. Jaarbeurs fuar alanının toplam kapladığı kapalı alan ise kafamdan uyduramıyorum bile çünkü aşağı yukarı sadece bir kenarını görebildim.

Sadece cumartesi günü 60’tan fazlası sealed, 32 tanesi draft olmak üzere 200+ yan etkinlik düzenlendi. Bu kadar çok Magic oyuncusunu ve hakemini bir arada görmek benim ilk defa GP’ye katılmış olan beynimi iyice afallattı.

Yazının başında da bahsettiğimiz gibi genelde GP’ler 1000-2000 kişi arası olur zira. Ortamdaki kaos herkesin hayatında tatması gereken bir şey sanırım. Akşam yorgun argın kalacağımız lokasyona döndük. İnternet üzerinden tanıştığımız yardımsever ev sahibimiz Louis bizi bekliyordu. Ufak bir alışveriş ve akşam yemeğinden sonra eve tekrar döndük. Bizimle birlikte Louis’in evinde kalan iki kişi daha vardı, ki bunlardan Kanadalı olan (kendisine bundan sonra dangalak diye hitap edeceğiz) da GP Utrecht’e katılmak için gelmişti. Ertesi gün coverage’a çıkacağından, çok heyecanlı olduğundan, gitar çaldığından falan bahsetti. Biz gecenin yorgunluğuyla zaten kendisi

oldukça kafayı bulmuş (malum) elemanı dinlerken sızdık.

GÜN 2

İbrahim sabahtan bize katıldı. Benim görev günlerim haftasonu olduğundan, elimde olan etkinlik biletlerinden biriyle turnuvalardan birine kayıt oldum. Asım’ın ise standby olması durumuyla sürekli bir kulağı duyurulardaydı. İbrahim bir turnuvada finale kadar çıktı, ben ise bir diğerinde finalde yenilip sonra kazandığım ödül biletlerini ve diğer etkinlik biletimi masalardan birinde unutmak suretiyle kaybettim. İnsan o kalabalığa alışmayınca tabi güvende hissediyor. Günün asıl kötü haberi ise toplanırken geldi. Biz finali oynarken standby hakemlerin göreve çağrılması üzerine zaten

etkinlikten elenen Asım, koşarak gitmişti. O sırada masada unutmuş olduğu desteleri bizim arkamız dönükken kayboldu ve biz bunu akşam olduğunda ancak farkedebildik. Üzücü bir kayıp olsa da her yerin Kule olmadığını hatırlatmış oldu bu olay bize. (Reklam olsun diye değil yani şeyden hep birbirimize güven falan… Tamam la tamam reklam.) Akşam bu sefer eve döndüğümüzde 12 saatin yorgunluğuyla o kadar hızlı uyuduk ki Kanadalı bizle konuştu mu konuşmadı mı hatırlamıyorum.

Main Event

Disiplin, üniforma, güleryüzlülük, işbitiricilik. 2. seviye bir hakem olarak ilk GP’min ilk günü olduğu için üzerimde bir heyecan olduğunu itiraf etmem lazım. Her ne kadar daha önce onlarca hatta belki yüzlerce irili ufaklı turnuva yaptıysam da hepsi Türkiye ya da Doğu Avrupa’daki yerel dükkanlardaki maksimum 50 kişilik etkinliklerdi. Bu etkinlikte yaklaşık 5000 kişi vardı ve ben benden beklenenlerden bile çok emin değildim (Deck Check takımında olduğum ve takım kaptanım dışında fikirsizdim) Sabahki kaos ortamından dolayı kısa sürede kaybolduktan ve telaşım iyice arttıktan sonra takım kaptanım Sophie’yi bulmamla her şey rayına oturdu. Alıştığım bildiğim Magic ortamından uzak olsa da en iyi bildiğim şeylerden birini yapıyordum. Takım arkadaşlarım Philip ve Eder ile de oldukça senkronize ve hızlı bir deck check ortamı kurarak herhangi bir sıkıntı yaşamadan bitirdik. (Bizim takımda olup hevesinden dolayı 1 kere oyunculara yardım etmek için kaybolan, ikincisinde yine hevesinden dolayı başka hakemlere yardım etmeye çalışırken kendisini başka bir hakem takımının ortasında bulan ve böylece bir etkinlikte 2 kere ölme onuruna erişen heyecanlı Level 1 Leroy hariç tabi, kendisini anıyor ve “Don’t be a hero” diyoruz). Tabi ki geç mesaide çalışmanın avantajı olsa da dezavantajı olan Judge Dinner’ı kaçırdığımı da unutmamak gerek. İlk GP’me katılan bir hakem olarak dünyanın pek çok yerinden gelen hakemlerle tanışmak için bulunmaz bir fırsatı kaçırmış oldum.

Turnuva alanından gece 1 gibi aç ve bitap halde çıktıktan sonra birer bira ve yemek yiyip eve dönme isteğiyle merkeze doğru seğirtmeye başladık -tek sıkıntı merkezin ne tarafta olduğunu bilmememiz idi- Yolda 3 kişilik kızlı erkekli bir genç grubuna en yakın barı sorup aldığımız “bizi takip edin” cevabının o an için sadece gecenin başlangıcı olduğunun farkında değildik. Gençleri takip etmeye başladıktan sonra farkettik ki arkadaşlar hali hazırda oldukça sarhoş ve yanlarında çok fazla ekstra bira var. Sohbet muhabbet arasında yürürken elimize bira şişeleri tutuşturmaya başladılar ve biz geyik yaparak şehir merkezine doğru yürüdük. Bir clubın önünde durup içeri gireceklerini ve istersek bizim de katılabileceğimizi söylediler. [kırmızı]Sabah buz dolu bir küvetin içinde uyandık.[/kırmızı] Tamam tamam, biz birer biramızı içmenin mutluluğuyla en yakın Falafelcide aldık soluğu. Yemeklerimizi yedikten sonra sözümüzü bozmayarak eve doğru yönlendik. Eve dönünce ne görelim? Kapı duvar. Dakikalarca kapıyı çalmamıza rağmen açan yok. Ev sahibimiz Louis ne telefonlarımıza çıkıyor ne mesajlarımıza dönüyor. Evet saat biraz geç olsa da biz 2’den önce çıkamayabileceğimiz konusunda daha önce bildirimde bulunduğumuzdan herhangi bir sorun olacağını düşünmemiştik. Yaklaşık bir saati alternatif bir eve giriş yolu, boş otel vs. arayarak geçirdikten sonra tren istasyonunda sızmaktan başka çare bulamadık. Sabah 6 gibi ben eve gidip tekrar çaldığımda ise olay ortaya çıktı: Louis, Amsterdam’da bir arkadaşıyla vakit geçirdiği için eve dönememiş ve Amsterdam’da kalmış ancak bizim Kanadalı’ya da bizim 2’de sıkı sıkı geleceğimizi tembihlemiş. Bu Kanada’nın en dangalak insanı ise otunu içip sızmış. Sabah 10 dakika kadar kapıyı çaldıktan sonra açtı ve bana “Abiii sabah sabah niye uyandırıyorsun uff yaa” diye ağladı. Çok sinirliyim sevgili okuyucular. Tartışmaya bile girmedim zira pazar günü mesaim başlamadan önce uyuyabileceğim sadece 4 saatim kalmıştı.

Finaller

Finaller diyince tabi siz burada finalde ne olduğunu anlatacağımı zannediyorsunuz ancak Cumartesi kaotikse Pazar bambaşka bir evren vardı ortada. Elenenler, yeni gelenler, dünkü etkinliğe yetişemeyenler hep yan etkinliklere akın ediyordu ve etkinlik alanında düzenlenen her yan etkinliğe yetişecek hakem elimizde yoktu. Ben ise pazar günü ‘Flex Shift’ dedikleri nanedeydim. Flex diyince şimdi aklımıza ne geliyor? “Esnek Çalışma Saatleri” Evet aynen öyle. Sabah bize verilen kısa brifingde, yemeğe/molaya çıkan takımların yerlerini 1er saatlik dönüşümlerle dolduracağımızı söylediler. Sonra ben saat 12’de bir takımdaki bir kişi molaya çıkınca yerini doldurdum ve tabi ki o arkadaş bir daha görünmedi. Sonuç: Flex oldu mu sana tam shift? Bütün günü çevrede ne olduğunu, asıl turnuvanın kaçıncı roundda olduğunu, kimin ilk 8’e kaldığını ya da turnuvayı kimin kazandığını bilmeden geçirdim. Akşam ise hakem odası görülmeye değerdi. Yüzlerce box ortamda dağıtılmayı bekliyordu. Ayrılmadan önce birlikte çalıştığım ya da daha önceden tanışıklığım olan pek çok Judge ile ancak en önemlisi Jaap Brouwer ve Kim Warren ile muhabbet etme ve fotoğraf çekilme şansım oldu. Ayrıca Kim 3. seviye sınavım için ve sınav öncesi prosedürü için pek çok tavsiye verdi. Eve döndüğümüzde Louis’in hala dönmemiş olduğunu farkettik. Kim evini tanımadığı 3-5 kişiye bırakıp tatile çıkar yahu?

Tatil

Son 2 günün tatil olması gerekiyordu ancak ben Doğu Avrupa koordinatöründen gelen bir maili kaçırmış olduğum için Pazartesi sabah önce Utrecht’ten Amsterdam’a sonra da maili gördüğüm için Amsterdam’dan Utrecht’e (10 dakika arayla tabi ki) koşturarak toplantıya gittim. Her ay başında Skype üzerinden yapılan Doğu Avrupa Ülke Koordinatörleri Toplantısı zaten herkes GP için orada diye Utrecht’te yapılacakmış. 40-45 dakika gibi bir gecikmeyle (20 dakikası tren, 25 dakikası

kanalda kaybolup barı bulamama keyfi) toplantıya başladık. Skype üzerinde 1 saat kadar süren toplantı yemekleri ve içecekleri Wizards’ın ısmarlamasıyla 6 saat sürdü. Bu süre boyunca bir tane çıplak koşan adam, pek çok gondol ve bir grup anlam veremediğimiz olay (boş sokakta eğilerek ilerleyen insanlar?) gördük. Dönmeden önce Asım’la çıktığımız hediyelik eşya alışverişinde ise Chimera isimli bir dükkan keşfettik, bu dükkandan bahsetmemek ayıp olacağından içeriyi paylaşıyorum. İçeride kucağında fotoğraf çekmek yasaktır yazan bir tabela taşıyan 1.30 metre boyunda bir troll karşılıyor sizi. Yer yeşil halıyla kaplı ve hemen arkasında bir ağacın üzerine asılmış onlarca ufak peri figürü var. Figürlerin hepsi ayrı ayrı isimlendirilmiş. Koca dükkanda bir tane raf yok, her şey konsepte uygun düzenlenmiş. Ağaç kovuğunun içinde kolyeler, yine kesilmiş bir ağaç kütüğünün arasına özenle yerleştirilmiş tılsımlar, geçerken karşınıza çıkan komik “Spellcasting in Progess” “If there is a witch it can be done” tarzı yazılar içeren levhalar, ağaçta mahsur kalmış kedi figürleri, ejderhalar, yastıklar, saatler, kılıflar, hepsi bu konsept dükkanda

ormanın bir yerlerinde saklanmış şekilde satılıyor. Kendi içinde ufak bir pond, üzerinde bir Dilek Nymph’ine yazılmış şiir ile birlikte şiirin yazıldığı taşın arkasından size göz kırpan Nymph’i bile var. Tezgahta ise bir bahşiş kutusu var ve üzerinde “Wish you well” yazıyor, hemen üzerinde de 2 perinin taşıdığı bir bez parçasında “Thank you fairy much” yazısını görüyoruz. Bu değişik konsepte sahip dükkanda kısa bir turdan sonra fiyatların da konsepte uygun olarak tasarlanmış olduğunu (mesela bir kale ve bol bol platin piece sahibi olmanız lazım) görüp, ufak tefek bir kaç şey alıp dükkandan uzaklaştık. Dönüş yolunda bir kaç ufak problem ile birlikte beklenenden yaklaşık 5

saat onra evlere dağılmayı başardık.

Toparlayacak olursak:

Amsterdam Magic oynamak için iyi bir şehir değil. Eğlenmeyi biliyor adamlar napsınlar Magic’i.

GP Utrecht çılgın bir etkinlikti içinde bulunmaktan ayrı bir keyif çalışmaktan daha da ayrı bir keyif aldım. GP ortamını her Magic oyuncusu görmeli bence. Wizards of the Coast, Magic the Gathering büyük bir adım ve gösteri yaptı bu etkinliklerle, ilginizi çekiyorsa internette açın bakın. Kanadalı’ların hepsi nazik ve süper insanlar değiller. Yurtdışında da olsanız maillerinizi sık sık kontrol edin.Yolunuz düşerse Chimera’ya bir uğrayın ve Amsterdam’dayken çiğ balık yemeyi unutmayın. Sulu ile kuruyu karıştırmayın.

Bu yazıda anlatılmayan bir pazartesi akşamı var.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir